18.03.2019 13:30 Prof. Dr. Vahdettin Engin A- A+

Birinci Dünya Savaşı ve Çanakkale Muharebelerinin Dünya Siyasetine Etkileri

Birinci Dünya Savaşı ve Çanakkale Muharebelerinin Dünya Siyasetine Etkileri

Röportaj: Dr. Sinan DEMİRTÜRK

Prof. Dr. Vahdettin Engin’le 1. Dünya Savaşı ve Çanakkale Muharebeleri Üzerine

Hocam, Birinci Dünya savaşına gelinirken, Avrupa’da bir sömürgecilik mücadelesi yaşanıyordu. Bu ekonomik ve siyasal mücadeleyi büyük savaşı ortaya çıkaran şartlar bakımından tahlil eder misiniz?

19. yüzyılda, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Avrupa’da sanayi inkılabını gerçekleştiren ülkeler, Asya, Afrika ve Amerika kıtalarında çok sayıda sömürge sahibi olmaya başladılar. İngiltere ile Fransa milyonlarca kilometre kare toprağı sömürge olarak ele geçirmişti. Sanayi ülkelerinin büyük miktarda hammaddeye ihtiyacı vardı. Onu besleyecek sürekli ve düzenli bir hammadde akışı olmadan sanayi çalışamazdı. Bunun sömürgelerden sağlanması, hammaddenin ucuza gelmesine neden oluyordu. Üstelik sömürgelerdeki insan unsuru da alabildiğine bir köle düzeni içinde çalıştırılıyordu. Fransa ve İngiltere’nin kendi aralarında oluşturdukları bir denge içinde yürüttükleri sömürgecilik, Almanya’nın devreye girmesiyle farklı bir boyut kazanacaktır.  Almanya, ulus devletini daha geç kurmuştu.  1870 yılında Fransa’yı mağlup ederek Milli birliğini sağlayan Almanya da sömürge arayışı içine girdi.  Sanayi inkılabını daha önceden büyük ölçüde tamamlamış bir ülke olarak, hızla sömürge yarışına katılma gereğini hissetti. Bu süreç bir taraftan, büyük güçlerin Dünyayı neredeyse topyekûn sömürge haline getirmesi şeklinde cereyan edecektir. Nitekim 19. yüzyılın sonuna doğru Dünyadaki karaların neredeyse %85’i Avrupalıların kontrolünde idi.  Diğer taraftan, büyük güçler sömürgelerin paylaşımı konusunda rekabet içinde idiler. Bu rekabet, I.Dünya Savaşı’na giden yolu açacaktır. Ülkeler kendi aralarında ittifaklar oluşturarak aralarındaki rekabeti sürdürmüşlerdir. Bu bağlamda Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya üçlü ittifak yapmıştır. Bu gelişmeyi değerlendiren Fransa ise, Almanya’ya karşı Rusya ile bir askeri ittifak imzalamıştır.  Ardından İngiltere 1904’te Fransa ile, 1907’de de Rusya ile ikili antlaşmalar imzalayarak I. Dünya Savaşı’na giden yolda İtilaf Devletleri bloğunu oluşturmuşlardır.  

 

Şark Meselesi (Doğu Sorunu) nedir? Osmanlı devletinin yıkılmasındaki etkileri ve Cihan Harbinin ortaya çıkması açısından değerlendirmeniz mümkün mü?

Türkler Anadolu’ya gelişlerinden itibaren Avrupa ile bir mücadele içine girmiş ve Avrupalılar karşısında yüzyıllar boyunca üstün olmuşlardır. Bu durum Avrupalılar nezdinde yenilmez Türk imajı oluşturduğu gibi, Türklerden kurtulmanın yollarını da aramaya başlamışlardır. Nitekim ellerine fırsat geçince de bunu değerlendirdiler. Özellikle 19. yüzyılda içeriden ve dışarıdan Osmanlı Devleti’ni yani Türkiye’yi yıkma hamleleri başladı. Bütün bu çabaları sistematik hale getirmek için buna “Şark Meselesi” dediler.

Avrupalıların bütün çabalarına rağmen 19. yüzyılın başında sömürgeleştiremedikleri tek ülke Osmanlı Devleti idi. Üstelik Osmanlı toprakları hem sömürgelerinin geçiş yolları üzerinde idi hem de petrol başta olmak üzere pek çok hammadde kaynaklarına sahipti. İşte özellikle İngiliz ve Fransız politikacıların Osmanlı Devleti’nin artık hayatını tamamladığı ve mirasının paylaşılma zamanının geldiği görüşü ile hareket etmeleri I. Dünya savaşına yol açan nedenlerden biridir.

 

Sultan 2. Abdülhamit yakın tarihin en çok tartışılan siyasi şahsiyetlerinden biri olarak karşımızda duruyor. Osmanlı imparatorluğunun ayakta kalması, Avrupa güç dengelerinde ki diplomatik mücadeleleri çerçevesinde bu dönemi nasıl yorumlarsınız?

19. yüzyılda, büyük devletlerin arasındaki çıkar çatışmaları, Osmanlı coğrafyasında da en şiddetli şekliyle hüküm sürmüştür. Özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde bu çatışmalar yoğunlaşmış, büyük devletler Osmanlı topraklarına göz dikmişlerdir. Bu devletler arasında yer alan Fransa öteden beri Ortadoğu’da ticari faaliyetlerde bulunduğu gibi, bölgedeki Hıristiyanların hamisi rolünü oynuyordu. İngiltere ise, özellikle Hindistan’a yerleştikten sonra, buraya giden bütün yolları denetim altına alabilmek amacıyla, Ortadoğu ile ilgilenmeye başladı. İngiltere bölgedeki politikasını Arap şeyhleri ile ittifaklar kurup nüfuzunu arttırmak şeklinde uyguluyordu. İngilizler Basra Körfezi’nde bir bölgeyi doğrudan doğruya işgal edip idare altına almak yerine önce oranın mahalli şeyhlerini veya reislerini çeşitli yollarla elde etmeyi tercih etmekteydiler. Bir müddet bu mahalli idarecilere hiç müdahale etmedikleri gibi, herhangi bir taraftan kendilerine vukubulan tecavüzlere karşı da onları himaye yoluna gitmekte ve bu şekilde himayelerine alıştırdıkları yerlere de zaman içinde yerleşmekteydiler. Diğer büyük bir güç olarak Rusya da, geleneksel sıcak denizlere inme stratejisi çerçevesinde Osmanlı coğrafyası ile ilgiliydi.  Osmanlıların Ortodoks tebaası Rusya için kullanılacak bir malzeme teşkil ediyor ve Rusya Osmanlı’daki Ortodoksları kendi himayesine alarak bölgedeki nüfuzunu arttırmayı düşünüyordu.

Diğer taraftan önemli bir enerji kaynağı olarak petrol de Osmanlı coğrafyasında idi.  Büyük devletler arasında petrol kaynaklarını denetim almaya yönelik olarak müthiş bir rekabet yaşanmıştır. Bölgeye sızmak isteyen İngiltere Osmanlı sınırları içinde bulunan Arap halkı kışkırtmaya başlamıştır. Müslümanlarca kutsal sayılan halifeliğin Arapların hakkı olduğu, Osmanlıların Arapları sömürdüğü yolunda propaganda yapılarak Arapların Osmanlılara saldırmalarını sağlamıştır.

II. Abdülhamid bu ortamda, uluslararası arenada yoğun ve başarılı bir ayakta kalma mücadelesi vermiştir. Mücadelesini sürdürürken doğal olarak müttefiklere de ihtiyaç duymuştur. Başka türlü dönemin en güçlü üç Dünya devi olan İngiltere, Fransa ve Rusya karşısında direnebilmek güç bir işti. Bu aşamada, Almanya II. Abdülhamid için diğer büyük güçlere karşı kullanılabilecek doğal bir müttefik haline geliyordu. Çünkü 19. yüzyılın son çeyreğinde, Dünya siyaset sahnesine Almanya da güçlü bir ülke olarak çıkmıştı. Almanya, II. Wilhelm’in imparator olmasıyla, 1888 yılından itibaren, Bismark tarafından sürdürülen statükocu politikalardan vazgeçip “Weltpolitik” adını verdiği yayılmacı bir siyaset gütmeye başladı. Bunun en önemli nedeni Almanya’nın hammadde ve pazar bulma konusunda diğer Avrupa devletlerinden geride kalmasıydı. Almanya şimdi geride kalmanın acısını çıkarmak istiyor ve Baltık’tan Basra’ya kadar uzanacak büyük bir Dünya imparatorluğu hayal ediyordu. Dolayısı ile Almanya da gözünü Osmanlı coğrafyasına çevirmişti.

Almanya’nın bölge ile ilgilenmeye başlaması, aslında II. Abdülhamid için bir fırsat teşkil etti. Sürekli olarak büyük devletler arasındaki rekabeti körüklemeyi bir politik anlayış haline getiren Abdülhamid için yeni bir aktörün ortaya çıkması, İngiltere ve Fransa’ya karşı kullanılacak yeni bir koz anlamına geliyordu. Nitekim Abdülhamid bunu en iyi şekilde kullanacak, büyük devletlerin arasındaki rekabetten faydalanarak ve Osmanlı Devleti’ni ayakta tutmayı ve kuvvetlendirmeyi başaracaktır.

II. Abdülhamid, Mısır’da Fransızlar ve İngilizler arasında yarattığı rekabeti, Basra Körfezi ve Mezopotamya’da Almanya ile İngiltere arasında yaratmış, bu suretle bölgede tek bir ülkenin güçlü hale gelmesinin önüne geçmiştir.  Hicaz Demiryolu ile devletin otoritesini artırmıştır. İngilizlerin Basra Körfezi ve Yemen’e hâkim olma girişimlerine direnmiştir.  İngiliz kışkırtmalarına karşı Arap şeyhlerine birtakım hediyeler vererek veya hoş tutarak onları devlete bağlı kalmaya teşvik etmiştir. II. Abdülhamid bir uygulama daha yaparak Musul’da petrol yataklarının bulunduğu arazileri Hazine-i Hassa’ya intikal ettirip kendi şahsi malı haline getirmiştir.

 

Sultan 2. Abdülhamit dönemi, Ermeni Meselesinin yeni bir boyut kazandığı, Osmanlı coğrafyasında isyanların çoğaldığı bir devirdir. Ermeni terör örgütlerinin faaliyetlerini ve devletin aldığı tedbirleri değerlendirir misiniz?

19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Anadolu’da isyan çıkaran Ermeni terör örgütleri Osmanlı Devleti’nin başını ağrıtmaya başlamışlardı. Anadolu’da çıkardıkları isyanların Avrupa kamuoyunda yeteri kadar yankı bulmadığını düşünen Ermeniler bu defa İstanbul’da büyük çaplı terör eylemleri düzenlediler. En nihayetinde ise İkinci Abdülhamid’e bombalı bir suikast girişiminde bulundular.

İkinci Abdülhamid, iktidarının büyük bir kısmında Ermeni meselesi ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Fakat bu konuda taviz vermeye kesinlikle yanaşmadı. Padişah, meselenin aldığı siyasi boyutun farkındaydı. Bu sebeple içerde Ermenilerin terör faaliyetlerine yönelik sıkı tedbirler alırken, dışarıda da Batı kamuoyunu bilgilendirme yoluna gitti. Zaman zaman yabancı ülkelerin elçilerini ve gazetecilerini Yıldız Sarayı’na davet edip onlara Osmanlı Devleti’nin ve kendisinin Ermeni meselesine bakış açısını anlattı. Anlattıklarının da yabancı ülkelerin gazetelerinde yayınlanmasını sağlamaya çalıştı. Doğu vilayetlerinde Hamidiye alaylarını kurmak suretiyle olayların önüne geçmeyi başardı.

 

Hocam, Çanakkale muharebelerinden yıllar önce Osmanlı devletinin bu bölgede önemli askeri tedbirler aldığı, savunma mevzileri meydana getirdiğini biliyoruz. 1. Dünya savaşı öncesinde ki bu hazırlıkları Abdülhamit Han devrini de göz önünde bulundurarak açıklar mısınız?

Çanakkale zaferinin kazanılmasında önemli faktörlerden biri boğazın iyi tahkim edilmiş olmasıdır.Dünyanın bir büyük savaşa doğru sürüklendiğini gören Sultan II. Abdülhamid devletin ve İstanbul’un muhafazası için Çanakkale Boğazı'ndaki savunma tertibatını savaşa hazır hale getirmeyi başarmıştır. Nitekim büyük kısmı II. Abdülhamid döneminde yapılan istihkâmlar sayesinde deniz savaşlarında hem düşmana büyük zarar verdirilmiş hem de siperlerdeki asker kaybı en aza indirilmiştir.

II. Abdülhamid’in Çanakkale Savaşı’ndaki rolünü esas itibariyle boğazın düşman donanması tarafından yoğun bir şekilde zorlandığı bir dönemde İstanbul’u terk etmeyerek gösterdiği dik duruşta da aramak lazımdır.  

Deniz savaşının en zorlu bir döneminde İttihat ve Terakki iktidarı boğazın geçilmesi ve İstanbul’un işgal edilmesi tehlikesi karşısında hükümeti Eskişehir’e taşımaya karar vermişti. Sultan Reşad’ı ve o sırada Beylerbeyi Sarayı’nda gözetim altında tutulan II. Abdülhamid’i ise Konya’ya götüreceklerdi. Bu durumu Sultan Reşad’a kabul ettirmek kolaydı. Ama II. Abdülhamid nasıl ikna edilecekti? Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’nın başkanlığında bir heyet Beylerbeyi Sarayı’na giderek durumu Abdülhamid’e anlattılar. II. Abdülhamid Konya’ya gitme fikrine şiddetle itiraz etti. Payitahtın terkedilemeyeceğini söyledi. Buradan bir yere ayrılmam dedi. Herkesin de kendisi gibi davranmalarını istedi. Ayrıca, zamanında yaptırdığı tahkimat sayesinde Çanakkale’nin geçilmeyeceğini ifade etti.  Bunun üzerine İstanbul’un terkedilmesinden vazgeçildi.  

II. Abdülhamid bu direnmeyi yapmasaydı, cephede savaşan askerler, Hükümetin, Sultan Reşad’ın ve Abdülhamid’in İstanbul’dan kaçtıklarını duyduklarında, muhtemelen bozuk bir moralle yeteri kadar savaşma gücüne sahip olamayacaklardı. 

 

1. Dünya savaşının çıkmasında etkili olan siyasal ve ekonomik şartlar nelerdi sayın hocam. Bir değerlendirme yapmanızı rica etsek.

Daha önce belirttiğim üzere I. Dünya Savaşı’nın çıkışındaki temel sebep emperyalist ülkelerin Dünyayı paylaşma mücadelesidir. Bu paylaşımı barışçı yollardan yapamayınca savaşa girişmişlerdir. Özellikle Almanya’nın sonrada bu mücadele içine girmesi diğer büyük devletleri rahatsız etmiş ve bu rahatsızlık Dünyayı bir savaşa sürüklemiştir.  Almanya, 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başında önemli atılımlar yapmış, başta demir ve çelik üretimi olmak üzere elektrik, makine ve kimya sektöründe önemli gelişmeler gerçekleştirmişti. İktisadi kalkınma sürecinde önemli rol oynayan demiryolu alt yapısının geliştirilmesi konusunda diğer Avrupa ülkelerini geçmişti. Çelik üretiminde İngiltere’nin iki katına çıkmıştı. Bu üretim patlaması, Almanya ve İngiltere arasında sömürge arayışını, bir başka ifade ile hammadde ve pazar rekabetini had safhaya ulaştırdı. Fransa ise Almanya’ya kaptırdığı kömür havzası Alsace-Lorraine Bölgesi’nin kaybını hazmedemiyordu. Aynı şekilde, tarihi boyunca Boğazlar üzerinden sıcak denizlere inme hayali kuran Rusya, Almanya’nın yükselişinden rahatsızlık hissediyordu. İtalya ise, Akdeniz havzasına hâkim olup Roma İmparatorluğu’nu bir nevi yeniden kurma hayalinde idi. Bütün bu rekabet unsurları I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkışına zemin oluşturmuştur.

 

Aslında savaştan çok önce Avrupalı devletler (İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya) arasında gizli paylaşım anlaşmaları oldu. İtilaf devletlerinin doğu politikalarını ve bunun Çanakkale cephesine yansımalarını açıklar mısınız?

Avrupa’da çeşitli siyasi emellerden ve özellikle sömürgecilik politikalarının çıkar çatışmalarından doğan bloklaşmalar, daha önce belirttiğim gibi Avrupalı güçleri birbirine karşı düşmanca tavır almaya yöneltip I. Dünya Savaşı’nın eşiğine getirdi. Bu arada taraflar savaş sonunda anlaşmazlık çıkmaması için kendi aralarında bir takım gizli anlaşmalar yaptılar. Bu anlaşmalarda Osmanlı coğrafyası da paylaşıma tabi tutuluyordu.  Esas itibariyle 19. yüzyılda, Osmanlı Devleti’nin paylaşılması Batı diplomasisinin ana konusu haline gelmişti. Osmanlı Devleti’nin bugünkü Ortadoğu bölgesindeki toprakları, İngiltere ve Fransa’nın ilgi alanında idi. Rusya ise İstanbul Boğazı ve Akdeniz ile ilgileniyordu. Antalya ve İzmir civarları da İtalya’nın ilgi alanında bulunmaktaydı. Almanya ve Avusturya’nın ise Osmanlı toprakları üzerinde siyasi emellerden ziyade ekonomik çıkar ve imtiyaz arayışları vardı.

              Sonuçta Büyük devletler Dünyayı paylaşma konusunda anlaşamayınca bir tarafta İngiltere, Fransa ve Rusya, diğer tarafta Almaya ve Avusturya olmak üzere 1914 yılında Birinci Dünya Savaşını çıkardılar ki bir süre sonra Türkiye de Almanya’nın yanında savaşa dâhil oldu. Savaşın hemen başında Çanakkale Boğazı büyük bir önem kazanmıştı. Boğaz geçilebildiği takdirde İstanbul kolaylıkla ele geçirilecekti. Bu suretle öncelikle Osmanlı Devleti savaş dışı kalacak ve Türkler cezalandırılmış olunacaktı. Almanya en önemli müttefikini kaybedeceğinden daha kolay mağlup edilebilecekti. Rusya dünya kaynaklarından ve müttefiklerin yardımlarından faydalanabilecek, İttifak blokuna güneyden yapılacak bir taarruz ile harbin kısa sürede sonuçlandırılması mümkün olabilecekti.

Dünyanın en güçlü donanmasına sahip İngilizler Çanakkale’den zorlanmadan geçebilecekleri inancında idiler. Bir hafta içinde kahvaltılarını İstanbul’da yapacaklarını düşünüyorlardı. İngiltere Deniz Bakanı Churchill, donanmanın Boğaz’dan zorla geçerek İstanbul’a ulaşmasının fikir babası idi. Bir iki yıl önce küçük Balkan devletlerine kolayca yenilen bir ülke olan Osmanlı Devleti’nin hemen teslim olacağını düşünüyorlardı. Bu maksatla Çanakkale cephesini açtılar. 

 

Çanakkale deniz ve kara muharebelerini, Türk subaylarının stratejik başarıları, askerlerimizin üstün kahramanlıkları çerçevesinde değerlendirir misiniz?

3 Kasım 1914’te başlayıp 9 Ocak 1916’ya kadar süren Çanakkale muharebeleri iki aşamada cereyan etmiştir. Öncelikle 18 Mart 1915’e kadar süren deniz savaşları yapılmış, burada hezimete uğrayan İngiltere ve Fransa bu defa da 25 Nisan 1915’de Gelibolu yarımadasına asker çıkararak kara savaşlarını başlatmışlardır. Kara savaşlarında da İngiltere ve Fransa açısından sonuç aynı hezimeti yaşamak olmuştur.  

Deniz savaşlarında esas saldırılar 19 Şubat 1915’de başladı. Savaşın neticesini tayin eden saldırı ise 18 Mart’ta yaşandı.  O gün 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğaza giriş yaptı. Deniz savaşlarında savunma, Müstahkem mevki komutanı Cevat Paşa’nın komutanlığında gerçekleşmiştir. Sonuçta müttefik donanması sahip olduğu gücün üçte birini kaybederek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Deniz savaşları sırasında Seyit Onbaşı örneğinde olduğu gibi birçok askerimizin kahramanca mücadelesi vardır.

18 Mart yenilgisi Londra ve Paris üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştır. Türk topçusunun olağanüstü başarısı, başından beri boğazı geçmek için kara harekâtı gerektiğini söyleyenleri ön plana çıkarmıştı.  Dolayısı ile İngiltere, Gelibolu yarımadasına kara harekâtı düzenleme kararı verdi ve hazırlıklara girişildi. Bu çerçevede Avustralya ve Yeni Zelenda’dan takviye birlikler (Anzak) getirildi.

Gelibolu’daki 5 inci Ordu Komutanı Alman generali Liman Von Sanders’e göre çıkarma Saroz Körfezi’ne ve Anadolu yakasındaki Beşige’ye yapılacaktı. Sanders, kendi anlayışına göre, ordunun savunma planını oluşturdu. Buna göre kıyılarda sadece zayıf örtme ve gözetleme postaları bırakılmış, kuvvetin büyük kısmı geri bölgelerde tertiplenmişti. Düşman hangi bölgelere çıkarma yaparsa gerideki kuvvetler oraya sevk edileceklerdi. Sanders’in İtilaf kuvvetlerini Çanakkale cephesine uzun süre bağlayarak, Avrupa cephelerinde Almanların karşısındaki kuvvetleri azaltmak gibi bir düşünce içinde olması da ihtimal dâhilindedir. Çanakkale’deki Türk subaylar ise; kıyıların kuvvetli tutulması, düşmanın henüz denizde iken karşılanması ve karaya çıkmasının engellenmesi, karaya çıktığı takdirde karşı taarruzlarla denize dökülmesi gerektiğini düşünüyorlardı.

Sonuçta 25 Nisan 1915 sabahı çıkarma, Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde başladı. Çıkarma tam da Türk subaylarının tahminleri doğrultusunda gerçekleşmişti. Bu yüzden kıyılarda bulunan az sayıda birliklerimiz üstün düşman güçlerine karşı savunma yapmak durumunda kaldılar. Özelikle 25 ve 26 Nisan günü subay ve askerlerimizin gösterdiği üstün kahramanlıklar düşmanın içerilere ilerleyerek Gelibolu yarımadasını ele geçirmelerinin önüne geçti. Sonrasında Anafartalar’da üçüncü bir cephe açan düşman kuvvetleri yine ağır bir yenilgi almaktan kurtulamadılar. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ve ocak ayları içinde tahliye etmiştir.

Türk Milleti’nin Çanakkale’de kazandığı büyük zaferin altında yatan nedenlerden biri de çok sayıda gönüllünün burada kahramanca savaşmış olmasıdır.

 

Mustafa Kemal Bey kara muharebelerinin yapıldığı sırada, Anafartalar Grup Komutanı olarak görev yapıyor. Yarbay Mustafa Kemal Bey’in Çanakkale’de ki rolünü, askeri faaliyetlerini değerlendirir misiniz?

Mustafa Kemal Bey kara savaşları başladığında 19. İhtiyat tümeninin komutanı idi. Bu yönüyle doğrudan 5.Ordu’ya bağlı idi.Çıkarmanın başladığı 25 Nisan sabahı Arıburnu istikametinden top seslerinin gelmesi üzerine ihtiyat gücü olarak bulundurulan 19. Tümen Komutanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal bir çıkarma yapıldığını anladı. Durum çok kritikti, sahilde çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış 27. Alay’ın da zayiat verdiği haberlerini alınca düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe hattı ve uzantısını ele geçirmesi halinde telafisi mümkün olmayacak durumlarla karşılaşılacağını düşündü. İnisiyatifini kullanıp bütün sorumluluğu yüklenerek, Yarbay Hüseyin Avni’nin komuta ettiği 57. Alay’ı bir batarya ile Kocaçimentepe istikametinde harekete geçirdi. Kendisi de bizzat savaş alanında idi. Dolayısı ile gerek Yarbay Şefik Bey’in komuta ettiği 27. Alay, gerekse 57. Alay düşman karşısında büyük direniş gösterdiler. Bu muharebeler sırasında Mustafa Kemal Bey Arıburnu cephesinin komutasını üstlenerek düşmanın ilerlemesini durdurdu. İngilizler, Seddülbahir’e çıkan birliklerle Arıburnu’na çıkan birliklerin 48 saat içinde birleşmelerini öngörmüşlerdi. Ama aylarca sahil şeridinde çakılı kaldılar. Mustafa Kemal Bey gösterdiği başarılar sayesinde 1 Haziran 1915 tarihinde Albay rütbesini aldı.

Bu arada İngilizler, sahildeki kuvvetlerini takviye edebilmek amacıyla Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yaptılar. Mustafa Kemal 8 Ağustos 1915 günü Anafartalar Grup Komutanlığına atandı. Böylece Anafartalar bölgesinde toplanan bütün birliklerin komutası Mustafa Kemal’e geçti. Bu atama vesilesiyle kendi emrine verilen kuvvetler için “çok gelmeyecek mi? diye soran Liman Paşa’ya “az bile gelir” diye cevap vermesi de ne kadar iddialı ve güvenli olduğunu ispatlar.

Mustafa Kemal Atatürk Anafartalar cephesinde de büyük başarılar kazanmıştır.  9 Ağustos'ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conkbayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmiş, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. İngiliz ve Anzak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Türk savunmasını aşamamıştır.

Anafartalar Muharebelerinde İngilizlerin kesin sonuç umdukları kuşatma harekâtı Türklerin başarılı savunma ve karşı taarruzları ile başarısızlığa uğratılmıştır. Bu iki muharebede 50.000 kişilik iki düşman kolordunun verdiği zayiat 18.000’dir. Diğer bölgelerde olduğu gibi, Anafartalar’da da çekilme tarihi olan 20 Aralık 1915 gününe kadar harekât gidere mevzi muharebesine dönüşmüştür.

Mustafa Kemal Atatürk Çanakkale’de gösterdiği üstün başarı sebebiyle daha o yıllarda kamuoyunda “Anafartalar Kahramanı” olarak anılmaya başlanmıştı.

 

Çanakkale zaferi, Türk Milli Mücadelesinin doğmasında ve başarıya ulaşmasında hangi etkilere sahiptir. Bu konuda görüşlerinizi alabilir miyiz?

Çanakkale Savaşı sadece Türk tarihinin değil Dünya tarihinin de en önemli olaylarından biridir. Bu savaşla ilgili olarak çok kısa bir değerlendirme yapacak olursak şunu söyleyebiliriz: Çanakkale muharebeleri, Dünyanın en büyük ordularının kara, hava, deniz ve denizaltı unsurlarıyla saldırıları karşısında, çok sıkıntılı bir dönem geçiren ve hasta adam denilen Osmanlı Devleti’nin gerçekleştirmiş olduğu büyük direnişi simgeler.  Türkleri Balkanlardan ve Anadolu’dan söküp atmak isteyen emperyalist devletler Çanakkale’de büyük bir hezimete uğramışlardır.

Dünya üzerindeki çok az millet Çanakkale tarzı savaşları gerçekleştirecek güce ve potansiyele sahiptir. 1915 yılında, o dönemde Dünyanın en güçlü iki ülkesi olan İngiltere ve Fransa’ya direnecek güç ve cesarete sahip olmak Türk Milleti’nin büyüklüğünü kanıtlar. Tarih boyunca böyle büyük olaylar yaratabilmiş milletlerin sayısı çok fazla değildir. Nitekim, I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkıp ülkesi işgal edilmesine rağmen, Türk Milleti Çanakkale’de gösterdiği kahramanlık ruhunu Kurtuluş Savaşı’nda da göstermiş ve işgalcileri ülkeden kovmuştur.

 

Çanakkale muharebelerinin sonuçlarının, Türk ve Dünya tarihini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Çanakkale Zaferi, Balkan Savaşlarıyla içte ve dışta sarsılmış olan devletin prestijini kurtarıp güçlendirmiştir. Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin hala gücünü ve dinamizmini koruduğunu göstermiştir. Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı’nın öncüsü ve başlangıcı olmuştur. Nitekim Çanakkale’de savaşan ve çok güçlü düşman ordularını mağlup etme başarısını gösteren birçok komutan buradan kazandıkları tecrübe ve güvenle Kurtuluş Savaşı’nda da başarıyla görev yapmışlardır.    

Çanakkale Savaşı Birinci Dünya Savaşı’nın 3 yıl daha uzamasına neden olmuştur. Müttefikler Birinci Dünya Savaşı’nda en büyük itibar kaybına Çanakkale’de uğradılar. Çarlık Rusya’nın Boğazlara hâkim olma hayali gerçekleşmedi. Müttefiklerinin yardımından yoksun kalan Çarlık Rusya’da iç karışıklıkların artmasıyla, Bolşevikler 1917 ihtilali ile Çarlık devrini kapamışlardır. Yerine Sovyetler Birliğinin kurulması ile ileriki yıllarda Dünya tarihinin gidişatı değişmiştir.  

Çanakkale Zaferinin Türk Milleti’ne en büyük armağanı, şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Mustafa Kemal, yeni kurulan bir tümeni kısa zamanda modern bir kolordu ile muharebe edecek bir duruma getirmekle, yüksek bir teşkilatçı ve yetiştirici olduğunu göstermiştir. Durum ve araziyi kavramaktaki ustalığı, seri ve isabetli kararlar vermesi ve bu kararları azimle uygulaması, Mustafa Kemal’in sahip olduğu yüksek irade, bilgi ve kendine güvenin göstergesidir.

Bu savaş küçük rütbeli subayların savaşı olmuş, onların kahramanca mücadeleleri ve Türk askerini manevi duygularını harekete geçirecek tarzda yönlendirmeleri sonucu başarı kazanılmıştır. Çanakkale Savaşı’nda binlerce eğitimli genç kaybedilmiş, bu kaybın olumsuz etkileri Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Türkiye’sinde görülmüştür.

Çanakkale Savaşı, İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerindeki askeri ve siyasi prestijini sarsmış, bağımsızlık hareketlerinin doğmasına neden olmuştur. Avustralya ve Yeni Zelandalıların milli bilinçlerinin oluşmasında etken olmuştur.

 

Osmanlı devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki bağı nasıl yorumluyorsunuz? Tarihi ve kültürel devamlılık açısından bu bağın önemi hakkında neler söylemek istersiniz.

Türk tarihi, diğer milletlerin tarihine nazaran, tartışmasız en uzun soluklu ve olayların yoğun yaşandığı bir süreci oluşturur. Tarihi gelişmeler söz konusu olduğunda günümüzde yaşanan sıkıntılardan en önemlisi, Türk tarihini bir bütün olarak düşünmek yerine Türklerin birçok çok devlet kurup yıktıkları şeklinde yaygın olarak kabul görmüş kanaattir. Meseleye bu tarz yaklaşıldığında, her dönemde tarih sahnesinde bulunmakla birlikte, sürekli olarak devlet kuran ama bu devleti yaşatmaktan aciz kalan ve sonuçta yerine başka devlet kuran ama istikrarı yakalayamayan bir Türk Milleti algısı ortaya çıkmaktadır ki bu doğru bir bakış açısı değildir. Evet, Türk Milleti her dönemde tarih sahnesinde yer almıştır. Ama bu yer alış istikrarsız bir görünüm arz etmez. Aksine, Türkler yüzyıllar boyunca varlığını devam ettirmiş, Dünyaya nizam vermiş uzun soluklu devletler oluşturmuşlardır. Özellikle de son bin yıllık tarihi süreçte Anadolu merkezli olarak kurulan, zaman zaman büyüyüp cihanşümul hale gelip Dünyaya yön veren, zaman zaman da birtakım sıkıntılar yaşaması sebebiyle coğrafyası küçülen, süper güç olma konumunu kaybeden ama her dönemde Dünya siyasetinin önemli aktörleri arasında yer alan bir Türk devletinin varlığından söz edebiliriz. Anadolu merkezli kurulan bu Batı Türk Devleti’nin yanında, Türkistan merkezli olup tarih boyunca çeşitli uzantıları olan bir de Doğu Türk Devleti’nin varlığı da tartışmasız bir gerçektir.  

İşte Anadolu merkezli Batı Türk Devleti’nin adı TÜRKİYE’dir. Türkiye, geçmişten tevarüs ettiği değerler üzerinde bugün de varlığını devam ettirmektedir.  Yani Osmanlı Devleti diye nitelediğimiz siyasi yapı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin birbirinden farklı devletler olmadıkları gerçeği de doğrudan karşımıza çıkmaktadır.  Esasında 11. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu’da oluşan, giderek geniş coğrafyalara yayılan, sonra da biraz kabuğuna çekilen tek bir Türk devletinin varlığından söz edebiliriz. Yani olan şudur: Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’da kurulan Türk devletini idare eden Selçuklu hanedanı giderek güçten düşmüş, ondan doğan boşluğu Osmanlı hanedanı doldurmuştur. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı olarak değerlendirilen 1920’lerin başı, aslında aynı Türk devletinin rejim değiştirmesine, Saltanat yerine Cumhuriyet idaresini benimsemesine sahne olmuştur. Bunun en bariz örneği ise Osmanlı ve Cumhuriyet’in aynı ay yıldızlı kırmızı beyaz bayrağı resmi simge olarak kullanmalarıdır. Hal böyle olunca bir tarihi devamlılık kendini hissettirir. Bu tarihi süreç içinde yaşanan olumlu ve olumsuz gelişmelerin sık sık birbirinin tekrarı mahiyetinde karşımıza çıkması hiç şaşırtıcı değildir ve de anlaşılabilir bir şeydir.  Sözünü ettiğimiz tarihi devamlılık hadisesi çok önemli olup, birtakım gelişmeler ancak tarihi devamlılığın kabul görmesi halinde anlam kazanmaktadır. Bu sayede ülkemizin geçmişini daha iyi anlayabildiğimiz gibi, bugünü de daha iyi algılayabiliyor, geleceğimizi de ona göre yönlendirebiliyoruz.