30.05.2019 11:32 Dr. Meral KUZGUN A- A+

TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİNE TARİHSEL BİR BAKIŞ ve BUGÜNÜ DEĞERLENDİRMEK

TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİNE TARİHSEL BİR BAKIŞ ve BUGÜNÜ DEĞERLENDİRMEK

Günümüz Türk-Amerikan ilişkilerini anlayabilmek için tarihsel bir arka planına bakmakta fayda vardır. Böylelikle iki ülke arasındaki ilişkileri daha sağlıklı değerlendirme imkânı elde edilir. 1789 Fransız İhtilali ile temel hak ve özgürlükler temelinde ortaya çıkan fikriyat, Avrupa’nın iç dinamiklerini etkilediği gibi dış siyasetini de etkilemiştir. Bu yansıma Osmanlı Devleti gibi çok milletli ve kültürlü yapıya sahip devletleri etkilediği gibi milliyetçilik ideolojisinin etkisiyle harekete geçen toplulukların bağımsız isteklerinin, sanayileşmiş devletlerin emperyalist gayelerini meşrulaştıran bir gerekçe haline getirmiştir. Fransız ihtilalinin, krallık rejimine karşı estirdiği rüzgârın önüne geçmek ve Avrupa’daki düzeni korumak için 1815 yılında düzenlenen Viyana Kongresi’nde Rusya tarafından Osmanlı Devleti’ndeki gayr-ı Müslüm için kullanılan “ Şark Meselesi”, 20. yüzyılın başından itibaren Osmanlı toraklarını paylaşmak için kullanılmıştır. (Turan 2014, 340-342)

Türk Amerikan ilişkileri, ABD’nin Osmanlı Devleti ile ticaret antlaşması yapmak istemesiyle başlamıştır. 1820 yılında ABD tarafından başlayan temaslar neticesinde ticaret anlaşması 7 Mayıs 1830 tarihinde mümkün olmuştur. (Gencer 2008, 29-30) Bu esnada Amerikalı misyonerler 1800’lerin başında Osmanlı topraklarına geldiklerinde Yunan topraklarında Rum ayaklanması baş göstermiş ve Amerikan Board olarak anılan American Board of Commissioners for Foreign Mission (ABCFM) adlı misyoner teşkilatına bağlı misyonerler, Malta adasını üstlenerek hem Mora yarımadasında hem de Anadolu’da yoğun bir çalışma yürütmüşlerdir. Bunun yanı sıra İngiltere, Rusya, Fransa bağımsız bir Yunanistan’ın kurulmasını sağlamak için önce İngiltere ve Rusya arasında 4 Nisan 1926’da Sen-Ptesburg Protokolü imzalanmış ardından 6 Temmuz 1827’de Fransa’nın katılımıyla Londra Antlaşması imzalanmıştır. Yunanistan’ın bağımsızlığını içeren bu antlaşmalar, Osmanlı Devleti’nce kabul edilmemiştir. Bu üç Hristiyan devlet, 20 Ekim 1827’de Navarin’de Osmanlı donanmasını baskınla yok etmiştir Hemen sonrasında başlayan 1828-1829 Osmanlı Rus savaşını da kaybeden Osmanlı Devleti, 14 Eylül 1829’da imzalanan Edirne Antlaşması ile Londra Protokolü’nde alınan kararları kabul ve Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımak durumunda kalmıştır. (Turan 2014, 345) Yunan isyanı, bize XIX.yüzyıldan itibaren dünyada yeni düzen çalışmaları içine giren devletlerin, bu işe soyunmuş olduklarının ilk sinyali göstermiştir. ABD’de emperyalist amaçları doğrultusunda Osmanlı Devleti’nin parçalanması politikasında iki ayrı yol takip etmiştir. İlki diplomasi ve Osmanlı Devleti’nin yaşadığı sıkıntılardan kendine ticari bir pazar kapısı aralamak, ikincisi ise misyonerleri vasıtasıyla ülkenin bölünmesine katkıda bulunarak yeni dünya düzeni içinde yer alabilmek olmuştur.

Navarin’de yaşanan hazin hadise ABD’nin Osmanlı Devleti ile temas kurmasında ve temelde Osmanlı topraklarında yapmak istediği nihai amaçları için bir sıçrama tahtası olmuştur diyebiliriz. 1827’de Navarin’de Osmanlı donanmasının yok edilmesi, donanmanın yeniden güçlendirilmesine duyulan ihtiyacın doğmasına sebep olmuştur. ABD’nin bu hamlesinde Osmanlı topraklarında bulunan misyonerlerini koruyarak sorunları daha hızlı bir şekilde çözme, Amerikalı iş adamlarının Avrupalı meslektaşlarıyla aynı haklardan faydalanmasını sağlamak, Balkanlar, Yakındoğu ve Karadeniz bölgesinin stratejik konumunu değerlendirmek istemesi yatmaktadır. (Türk 2007, 27) 

Osmanlı Devleti’nin ABD ile diplomatik ilişkileri başlatmasında Rusya’nın, İngiltere’nin Karadeniz’de tek başına ticareti elinde bulundurmasından duyduğu rahatsızlık ve en az İngiltere kadar donanmada etkin bir devletin bölgeye girmesiyle bunun önüne geçilebileceği yönündeki düşüncesi, Osmanlı-Amerikan ilişkilerine sıcak bakmasını sağlamıştır. (Erhan 2001 108-109) 7 Mayıs 1830 tarihli anlaşma ile ABD, Osmanlı kara sularında ticaret yapabilme hak ve hürriyetine “en ziyade müsaadeye mazhar ülke” statüsü elde etmiştir. Böylelikle ABD, Osmanlı topraklarında gizlice yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerinde daha rahat hareket etme imkânı bulmuştur. Söz konusu anlaşma ile resmiyet kazan İzmir Konsolosluğuna ilave olarak, İstanbul, Selanik, İskenderiye, Beyrut, Kudüs, Bursa, Çanakkale gibi şehirlerde birer konsolosluk açılmıştır. (Şişman 2006 27) Dolayısıyla Osmanlı ABD ilişkilerini temel olarak ticaret ve misyonerlik üzerine değerlendirmek daha isabetlidir.

            İki ülke arasında 13 Şubat 1862 tarihinde daha kapsamlı bir ticaret anlaşması imzalanmış ancak, bu dönem Osmanlı Devleti’nde 1861’de başlayan mali bunalımının ve Lübnan siyasi olaylarının olduğu gergin bir atmosfere denk gelmiştir. (Şafak 2003. 45) 1884 yılında bu antlaşmayı II. Abdülhamit tek taraflı olarak yürürlükten kaldırmış, 1830 tarihli anlaşmaya geri dönülmüştür. (Fendoğlu 2002, 166) 1870’li yıllarda Osmanlı Devleti, bu anlaşmalarda yer alan silah satışını yasaklayan maddeyi kaldırmış ve ABD’den silah ithalatına başlanmıştır. Zira, 1877-78 Türk-Rus Harbine takaddüm eden devrede Osmanlı Devleti, ordusunu modern silahlarla donatmak durumundaydı. (Köprülü 1987, 935) Bunun yanı sıra diplomatik ve ticari ilişkilerini geliştirmek için çabalayan ABD, misyoner okullarına ya da çalışanlarına yönelik münferit saldırılarda sorumluların tutuklanmasını aksi halde donanmasını yollamakla da tehdit etmiştir. (BOA 616) Bir başka ifadeyle ABD; Osmanlı Devleti ile ilişkilerinde ticaret kapsamına giren birçok konuda diplomasi yolunu izlerken Osmanlı topraklarında isyan ve ayrıma yol açan misyonerleri için tehditkâr bir tutum içine girmekten sakınmamıştır.

XIX. yüzyılda Avrupa’ya bakıldığında Endüstri Devrimi sonucunda büyük fabrikalar açılarak seri üretime geçilmiş, üretimin artmasıyla yeni hammadde ve kaynaklara ihtiyaç duyulmuştur. Bu süreç beraberinde sömürgecilik ve emperyalizmin doğmasına yol açmış, hem kapitülasyonlar hem de azınlık haklarını koruma bahanesi ile Avrupalı devletlerin müdahalesini beraberinde getirmiştir. Bu yüz yılın başında Amerikalı Misyonerler, Anadolu’ya ayak basmış, özellikle açtıkları okullar aracılığı ile Ermeniler üzerinde ağırlıklı olarak faaliyetlerini yürütmeye başlamışlardır. Bundaki temel amaç, Osmanlı Devleti içinde eğitimli insana duyulan ihtiyaç ancak bunun devlet tarafından karşılanamamasıyla oluşan büyük boşluk ve Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal çöküşün misyoner çalışmalarına uygun zemin oluşturmasıdır. (Erdoğan 2003) ABD ile imzalan antlaşmalar çerçevesinde Anadolu’da açılan konsolosluklar vasıtasıyla Amerikan vatandaşlarının haklarını korumak adına misyonerlere siyasi ve maddi destekler verilerek bu çerçevede Ermenilerin de sığınakları haline gelmişlerdir. Hatta misyoner okulların diploma törenleri konsolosluk binalarında yapılması dikkat çekici olduğu kadar konsolosluklar özellikle I. Dünya Savaşı öncesi ve sorasında da ayaklanma ve kışkırtma merkezi haline gelmiştir. (Küçük 2009, 88-89)

 

I.Dünya Savaşı sırasında 16 Mayıs 1916 tarihinde Sykes-Picot Antlaşması imzalamıştır. Böylelikle Ortadoğu haritasına şekil verilen haritada, maviye boyanmış kısım, Fransız yönetimine bırakılarak doğrudan Suriye’nin sahil bölgesi olan Hatay, Lazkiye, Trablusşam, Beyrut ve Sur gibi kıyı şehirleri (Umar 2004, 218), Kilikya’nın tamamını ve dolaylı olarak da Halep, Hama, Humus ve Şam’ı içine alan Arap Devleti’ni kapsamasına karşılık, Filistin’in Suriye’nin bir parçası olduğu fikrinden vazgeçilmiştir. Antlaşma haritasında yer alan kırmızı boyalı kısım doğrudan İngiltere’nin yönetimine bırakılan İran Körfezi’nin üst kısmından başlayarak Bağdat’ın kuzeyine uzanan topraklardan meydana gelmiştir. İngiltere’nin payına düşen Akka ve Hayfa limanları, öngörülen demiryolunun yapımıyla, Mezopotamya’yı Akdeniz’e bağlamış olacaktır. Bu şekilde Hindistan yolunun güvenliği sağlanırken muhtemel bir tehdit olan Rusya ile arasına Fransa’yı alarak, Rusya’nın güney siyasetinin önü kesilebilecekti. Antlaşmaya son halini vermek için Rusya ile temasa geçilmiş ve neticede Van, Bitlis, Erzurum ve Trabzon Rusya’ya verilmiştir. (Şahin 2015, 255) 

1916 yılında Mekke şehri hükümdarı Haşim ailesinin Hicaz’da başlattığı ve İngilizlerin desteklediği Arap isyanı, Arap milliyetçiliği tarihinde bir dönüm noktası olmuş ve Araplar Osmanlı Devleti’ne sırt çevirmişlerdir. (William 2003, 26) Bunun yanı sıra Alman denizaltıları tarafından İtilaf gemilerinin batırılması ABD’nin Avrupa ile yaptığı ticareti sekteye uğratması gerekçe gösterilerek 6 Nisan 1917’de Almanya’ya savaş ilan etmesine neden olmuştur. Böylece ABD, aktif olarak dünya siyasetine yön veren bir devlet konumuna yükselmenin kapısını aralamış oldu. Osmanlı Devleti’ne dayattırılan 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması ile Osmanlı’nın elinde bulunan topraklar (Suriye, Irak, Arabistan, Filistin, Ege Adaları) emperyalist devletler tarafından paylaşılmış; Ermeni ve Kürt devletlerinin kurulması kararlaştırılmıştır. (Akgün 1981, 35) Batılı güçler, Sevr’i unutmamış, Anadolu’nun parçalanması, etnik bloklar halinde ayrı devletlerin kurdurulması amacını hep korumuşlardı

II. Dünya Savaşı yıllarında ihtiyatlı bir tarafsızlık politikası izleyen Türkiye, 1939’da önce Fransa ve İngiltere ile bir anlaşma yapmış, 1941’de de Almanya ile bir saldırmazlık paktı imzalamıştır. Savaşın Mihver grubu aleyhine sonuçlanacağı netleşince, Türkiye, Batı’dan yana bir tavır almıştır. Bu nedenle 1944 yılında Mihver devletleriyle ilişkilerini kesen Türkiye, Birleşmiş Milletler’e üye olabilmek için 23 Şubat 1945’de Almanya’ya savaş ilan etmiş ve ertesi gün Birleşmiş Milletler Beyannamesini imzalamıştır. Savaşın sonunda siyasi ve ekonomik menfaatlerini Batı’dan yana gören Türkiye, bunları gerçekleştirebilmek için Batı ile ilişkilerini artırmaya karar vermiştir. (Karpat 1996, 45)

II. Dünya Savaşı sonunda Türk dış politikasının en önemli sorunu Sovyet Rusya’nın Türkiye üzerindeki baskıları olmuştur. Stalin, Türkiye’nin doğu sınırlarının tekrar düzenlenmesini ve Montreux Sözleşmesi’nin Sovyet Rusya lehine değiştirilmesini istemiştir. Sovyet politikasındaki bu tutum, ABD’yi kendi dış politikasını yeniden ele almaya itmiştir. Bu yeni dönemde dünya, demokratik-kapitalist ve komünist ideolojilerin birbiriyle nasıl boy ölçüştüğüne tanıklık etmiş, Türkiye de bu süreçten etkilenen devletlerin başında olup, ABD ile karşılıklı bir yakınlaşma yoluna gitmiştir. (Malkoç, 2006, 90-91) Tüm bunların yanı sıra Ortadoğu’da BM nezdinde ve David Ben Gurion başkanlığında 14 Mayıs 1948 günü Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etmiştir. Böylelikle Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak; İsrail’i tanımadıkları belirterek 1948 yılında I. Arap İsrail savaşı başlamış, İslam dünyasında yıkıcı etkilerini gösterecek olan süreçle birlikte Filistin sorunu yani bağımsız bir Filistin devletinin kurulup kurulmaması meselesi ortaya çıkmıştır. (Armaoğlu 2007, 486-487)

Sovyet tehlikesi karşısında Türkiye’yi kendi haline bırakamayan ABD, bunu 1947 tarihli Truman Doktrini ile ortaya koymuştur. (Armaoğlu 2007, 518) Türkiye dış politikasını aktif olarak ABD ekseninde çizmeye başlamış ve 1952 yılında NATO’ya üye olmuştur. Menderes hükümeti, ABD’nin dikte ettiği politikayı harfiyen izleyerek bu seçimin Türkiye’nin çıkarlarına en uygun yol olduğuna inanmıştır. (Balcı 2003, 79) 1945-1960 yılları arasında Türk-Amerikan münasebetleri gerçek anlamda bir dayanışma dönemi olarak değerlendirilebilir. Öyle ki ABD, Türk dış politikasının en kuvvetli dayanak noktası haline gelmiştir.  Ancak, 1960-1980 yılları ikili ilişkilerde iniş ve çıkışların olduğu krizler dönemidir.

Soğuk Savaş döneminde Küba, Rusya’nın nüfuz alanı içindeydi ve bu ülkenin ABD’ye yakınlığı Rusya’ya özel bir avantaj sağlıyordu. 1960’da bir devrimle iktidarı ele geçiren Küba lideri Castro, olası bir Amerikan saldırına karşı Rusya’dan yardım istemiş, bunun üzerine Rusya, Küba’ya balistik füzeler konuşlandırılmış ve Sovyet füzeleri dolayısıyla Küba krizi ortaya çıkmıştır. Bu kriz, Türkiye’yi de etkilemiştir. Bunun karşılığında ABD’nin Türkiye’ye Jüpiter Füzeleri yerleştirmesi iki ülkeyi savaş eşiğine getirmiştir. Rusya’nın Küba’daki füzeleri geri çekmesine karşılık, ABD’nin Türkiye’yi füzelerle desteklediğinin bir göstergesi olan Jüpiter füzelerini sökmesi Türk kamuoyunda hoşnutsuzluk yaratmıştır Bir başka ifadeyle ABD, istediği zaman Türkiye’nin güvenliğini ve varlığını istediği zaman tehlikeye sokabilecek kararları almaktan çekinmemiştir.(Armaoğlu, 820) Bunu Osmanlı Devleti döneminde de yapmış olduğunu unutmamak gerekir.

1962-1963 yıllarında Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan bu gerginliğe o zamanlar Türkiye’nin gündeminde olan Kıbrıs Türklerine yönelik yapılan zulüm ve haksızlıkların önüne geçmek, uluslararası haklardan doğan müdahale kararını engellemek amaçlı 5 Haziran 1964 tarihli Başkan Janson’un Başbakan İnönü’ye yazdığı mektup da eklenmiştir. (Öymen 2007, 119) Dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan bu gerginlikleri çok daha fazla örneklendirebiliriz. Türkiye izleyeceği dış politikada daha dikkatli ve dengeli bir dış politika izlemek durumundadır.

Son dönemde ise 2011’den itibaren Suriye’de yaşana iç savaş ister istemez Türkiye’yi de etkilemiştir. Bunların başında Türkiye’nin sınır güvenliği, yaşanan mülteci sorunu ve bölge devletlerin Türkiye aleyhine izledikleri politikalar gelmektedir. ABD, 2018’in Aralık ayında Suriye’den çekileceğini belirtmişse de Suriye’nin kuzeyinde desteklediği PYD ve PKK terör örgütleriyle olan yakınlığı rahatsız edici boyutta olduğu gibi çekilme kararının samimi olmadığını da göstermektedir. Suriye’nin kuzeyinde oluşturulması pek muhtemel bir Kürt devleti, Suriye’nin bütünlüğü kadar Türkiye’nin toprak bütünlüğünü de tehlikeye sokmaktadır. Suriye’deki parçalı yapı, ABD’nin Ortadoğu’da jandarmalığını yapan İsrail’in işine geldiği gibi Rusya’nın I. Çar Petro’dan devam eden politikalarının önünde de bir set oluşturulması açısından da önemlidir. Dolayısıyla tüm bu yaşananlar, önümüzdeki ilk bir yıl ve sonrasında Türk dış politikasını zor bir sürecin beklediğini göstermektedir. Bu nedenle Türkiye’nin güçlü bir dış politikası; Atatürk’ün söylediği gibi bir toplumun iç yapısının güçlü ve sağlam olmasıyla ilişkilidir. Türkiye içeride bütün iç dinamikleriyle güçlü olmaya dikkat etmeli ve kapı komşusu Suriye’de yaşananların yakın ve uzak vadede neler getirip götüreceğini çok iyi hesaplamadır.

 

KAYNAKLAR

 

Akgün Seçil, General Harbourd’un  Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair Raporu, İstanbul, 1981, s. 35.

Armaoğlu Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yay., 16. Baskı, İstanbul, 2007, s.486-487.

Balcı Ali, Türkiye Dış Politikası, Etkileşim Yay., 2003, İstanbul, s. 79.

BOA, Sadaret Evrakı, Tasnif Kodu: Mkt. Mhm, Dosya No: 616, Gömlek Sıra No: 5

Budak Mustafa,  Misak-ı Milliden Lozan’a, Kure Yay., 4. Baskı, İstanbul, 2008, s.199.

Erdoğan Dilşen İnce, “ Amerikan Misyonerlerin Ermeni İsyanlarının Çıkmasındaki Etkileri”, Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S: 9, 2003, s. 

Erhan Çağrı, Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, İmge Yay., Ankara, 2001, s. 108-109.

Fendoğlu Hasan Tahsin, Modernleşme Bağlamında Osmanlı Amerika İlişkileri, Beyan Yay., İstanbul, 2002, s. 166.

Gencer Ali İhsan , Ali Fuat Örenç, Metin Ünver, Türk Amerikan Silah Ticareti, Doğu Kütüphanesi Yay., İstanbul, 2008, s. 29-30.

http://www.beycan.net/1059/1916-sykes-picot-antlasmasi.html ( Erişim tarihi: 24.01.2019)

Karpat Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yay., 1996, İstanbul, s. 45.     

Köprülü Orhan, “ Türk Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri “, Belleten, C: LI, S: 200, 1987, 935.

Küçük Mehmet Alparslan, Türkiye Protestan Ermenileri, Berikan Yay., Ankara 2009, s. 88-89.

Malkoç Eminalp, “ Türk Basınında Truman Doktrini ve Türkiye’ye Amerikan Yardımları ( 1947-1950)”, İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Dergisi,  Yıl: 5, Sayı: 9, 2006, s. 90-91.

Öymen Onur, Silahsız Savaş ( Bir Mücadele Sanatı Olarak Diplomasi), 6. Basım, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2007, s. 119.

Şafak Nurdan, Osmanlı Amerikan İlişkileri, Osmanlı Araştırmalar Vakfı Yay., İstanbul, 2003, s. 45.

Şahin İsmail, Cemile Şahin, “ Ortadoğu’da Emperyalist Güçlerin Gizli Oyunu: Sykes-Picot Antlaşması”, TheJournal of AcademicSocialScienceStudies, s.Number: 38, AutumnII , 2015,  s. 255.

Şişman Adnan,  XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti’nde Yabancı Devletlerin Kültürel ve Sosyal Müesseseleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara, 2006, s. 27. 

Turan Mustafa, “ Avrupa Devletlerinin Osmanlı Politikaları ve 1821 Yunan İsyanı” Tehcirin 100. Yılında Osmanlı’nın Son Dönemindeki İsyanlar Uluslararası Sempozyum, Diyarbakır , 2014, s. 340-342.

Türk İsmail, Atatürk Dönemi Türk Amerikan İlişkileri ( 1920-1938), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Malatya, 2007, s. 27.

Umar Ömer Osman, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye ( 1908-1938), Atatürk Araştırma Merkezi Yay., Ankara 2004, s. 218.

William Hale, Türk Dış Politikası ( 1774- 2000),  Çev: Petek Demir, Mozaik Yay., İstanbul, 2003, s. 26.