24.02.2022 14:44 A- A+

ERMENİSTAN'LA NORMALLEŞME ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

ERMENİSTAN'LA NORMALLEŞME ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Türkiye-Ermenistan Normalleşme Adımları Üzerine Görüşler

Doç. Dr. Esma Özdaşlı

 

Türkiye, 2 Nisan 1993’te Kelbecer’in işgalinden sonra Ermenistan ile sınırlarını kapattı. Bu, elbette Ermenistan’ın mütecaviz politikalarına önemli bir tepki idi. Bununla birlikte Türkiye’nin sınırı kapatmasının kendi millî güvenliği ile ilgili de hayatî nedenleri vardı. Öncelikle 23 Ağustos 1990’da kabul edilen ve Ermenistan Anayasası’nın (1995) dibâce bölümünde atıfta bulunulan Bağımsızlık Bildirisi’nin 11. maddesinde Türkiye’nin doğusu için “Batı Ermenistan” ifadesi kullanan Ermenistan, iki ülke sınırını tayin eden 1921 tarihli Moskova ve Kars Anlaşmalarını da resmî düzeyde tanımadığını defalarca dile getirmişti. Benzer şekilde Ermenistan Anayasası’nın 13. maddesinde Ağrı Dağı’nın devlet arması olarak kabul edilmekte ve Türkiye, bahsi geçen Bağımsızlık Bildirisi’nde uluslararası hukuk açısından en büyük insanlık suçu olarak kabul edilen “soykırım” yapmakla suçlanmaktadır. Hal böyle iken geçmişte Türkiye’de bazı çevreler, Azerbaycan’ın Türk Dış Politikasını “ipotek altına aldığı”, Ermenistan ile normalleşmesini engellediği yönünde gerçek dışı iddialarla suçlamışlardı.

 Türkiye’nin 1993’te Ermenistan ile diplomatik ilişkisini kesmesindeki en önemli unsur, Azerbaycan topraklarının işgâli ve bu işgâlin Dağlık Karabağ’ı çevreleyen bölgelere de yönelmesiydi. Ancak Erivan’ın Türkiye’ye yönelik asılsız iddialarından vazgeçmemesi de Ankara’nın böylesi net bir diplomatik adım atmasında etkiliydi. Bu nedenle İran dışındaki tüm komşularından toprak iddiası olan Ermenistan’ın Türkiye’ye yönelik bu saldırgan söylem ve eylemleri dikkate alınmadan Türkiye-Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerini doğru analiz etmek mümkün değildir.

Bu noktada son günlerde gündeme gelen Türkiye-Ermenistan normalleşmesi ile ilgili akla gelen ilk soru “Türkiye’nin diplomatik ilişkileri kesmesinin tüm nedenleri ortadan kalktı mı?” şeklinde olacaktır. Yani “Ermenistan Türkiye’ye yönelik saldırgan iddialarından, sözde soykırım yalanından vazgeçti mi? diye sorduğumuzda cevabımız “hayır” oluyorsa, o zaman Türkiye’nin sınırı kapatmasının nedenleri de ortadan kalkmamış demektir. Benzer şekilde Ermenistan, Karabağ’daki işgâli diplomasi ile değil, sahada Azerbaycan’ın gücü ile sona erdirdi.

Yani eğer Azerbaycan Karabağ Zaferi’ne imza atmasaydı, Ermenistan işgâli devam edecekti. Dolayısıyla Türkiye’nin sınırı kapatmasının bir diğer nedeni olan Azerbaycan topraklarının işgâli de Ermenistan’ın iyi niyeti ile değil Azerbaycan askerinin azim ve kahramanlığı ile sona ermiştir. Dolayısıyla işgâl, uluslararası hukuka uygun kanallarla sona ermediği için kanımızca Türkiye açısından bu neden de iyi niyet ölçüleri ile ortadan kalkmamıştır.

Tüm bu gerçekler dikkate alındığında Ermenistan’ın normalleşmeye yönelik söylemlerinin gerçekçi olmadığı ve eyleme geçemeyeceği kanaatindeyiz. Yakın dönemde, 2009’da yaşanan ve Türk kamuoyunda “Ermeni Açılımı” olarak bilinen sürecin de Ermenistan’ın saldırganlığı ile akamete uğradığı unutulmamalıdır. Türkiye ile Ermenistan arasında 1993’ten itibaren kesilen diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması amacıyla 2007’den itibaren İsviçre’nin hakemliğinde başlayan bu süreç 10 Ekim 2009’da Zürih’te ABD, AB, Rusya ve ev sahibi İsviçre’nin Dışişleri Bakanlarının katıldığı bir toplantı ile iki ülke arasında “Diplomatik İlişkilerin Tesisi” ve “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi” protokollerinin imzalanması ile sonuçlanmıştır.

 Protokollerde sınırların açılması ve ortak tarih komisyonunun oluşturulması gibi konular yer almasına rağmen Karabağ ile ilgili bir madde olmaması o dönemde Azerbaycan’ın tepkisine neden olurken, 16 Mart 1921 Moskova ve 13 Ekim 1921 tarihli Kars Anlaşması’na herhangi bir vurgu yapılmaması da Türk kamuoyunun ciddî eleştirilerine neden olmuştur. Türkiye açısından taviz olarak nitelendirebilecek ve Azerbaycan’ın küstürülmesi pahasına atılan bu adımları baltalayan taraf ise Ermenistan olmuştur. Ermenistan Anayasa Mahkemesi protokollerle ilgili 12 Ocak 2010’da yayınladığı gerekçeli kararda, protokolleri uygun bulmuş ancak bazı maddelerin Ermenistan Anayasası’na ve Anayasa’nın atıfta bulunduğu 1990 tarihli bağımsızlık bildirisi ile çelişemeyeceğini belirterek Protokollerin uygulanmasını ön şartlara bağlamıştır. Böylece Ermenistan Türkiye’den sözde soykırım iddialarını kabul etmesini istemekte ve “sadece mevcut Ermenistan Cumhuriyeti’nin Anayasası tarafından onaylanan anlaşmaların hukuki geçerliği olabileceği” ifadesi ile de 1921 tarihli Moskova ve Kars Anlaşmalarını bir kez daha resmi olarak reddetmektedir. Bu noktada Türkiye’nin kendi sınırını tanımayan bir ülke ile hangi şartlarda diplomatik ilişki kuracağı da ciddî eleştirilere neden olmuştur. Dahası o dönemdeki Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, 22 Nisan 2010’da Protokollerin onay sürecinin dondurulduğunu açıklamış, Şubat 2015’te Ermenistan Parlamentosu’ndan geri çekmiş ve 1 Mart 2018 tarihinde ise Protokolleri hükümsüz ilan etmiştir.

Yakın döneme ait bu gelişmeler ve Türkiye’nin tüm yapıcı girişimlerinin Ermenistan tarafından dikkate alınmadığı düşünüldüğünde “Batı’nın şımarık çocuğu” Ermenistan’ın yeniden gündeme gelen “normalleşme” adımlarına ne ölçüde cevap vereceği de ciddî bir soru işareti olarak görülmektedir. Bilindiği gibi Paşinyan, İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra Türkiye ile yeniden diyaloğa girmek istediklerini sık sık dile getirmiş ve yakın zamanda ilişkilerin normalleşmesi için her iki ülke de karşılıklı olarak temsilci atamıştır. Türkiye eski Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç’ı, Ermenistan ise Ruben Rubinyan’ı(1) görevlendirmiştir. Bu çerçevede iki ülke temsilcileri arasındaki ilk görüşmenin 14 Ocak’ta Moskova’da yapılacağı duyurulmuştur.

Ermenistan Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Armen Grigoryan ise Bakü ve Ankara’yı ziyaret etmeye ve eş zamanlı olarak sorunları tartışmaya hazır olduklarını açıklamıştır. Ancak Erivan’dan bu tür olumlu mesajların geldiği bir dönemde, Karabağ’daki ayrılıkçı unsurların Azerbaycan tarafından kabul edilemez söylem ve eylemlere imza atması, Erivan’ın girişimlerinde samimi olmadığı yönündeki yorumları artırmaktadır. Geçmişte defalarca yaşandığı gibi Ermenistan’ın, Batı’nın Türkiye ile hesaplaşmasının bir aracı haline gelmesi de Ermenistan’ın diplomatik hamlelerine soru işareti ile yaklaşılmasına neden olmaktadır. Kanımızca Erivan, Türkiye’ye yaptığı “normalleşme” çağrısı ile sorunları çözmeyi değil, uluslararası alana “sorunun kaynağı ben değilim” mesajını vererek diplomatik manada manevra alanını genişletmeyi hedeflemektedir.

Çünkü açık bir Türk düşmanlığı her dönem Ermenistan’ın iç ve dış politikasını şekillendirmekte, seçim kampanyalarının en önemli propaganda unsuru haline gelmekte, yabancı devletler ile yapılan görüşmelerde de konu bir şekilde Türkiye karşıtı söyleme dönüşmektedir. Ermenistan, Batılı ülkelerle ilişkilerini, özellikle son yıllarda bu ülkelerde salgın bir hastalık haline gelen Türkofobi üzerinden güçlendirmeye çalışırken, son olarak Fransa örneğinde olduğu gibi Batılı ülkelerdeki siyasetçiler de Ermenistan’ı kullanarak kendi kamuoylarına ne kadar Türk ve İslam karşıtı olduklarını ispat etmeye çalışmaktadırlar. 2022’de yapılacak Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Fransız siyasetçiler, Ermenistan üzerinden Türk karşıtlığını bir oy toplama aracı olarak kullanmaya çalışmaktadırlar.

Cumhurbaşkanı adaylarından Valerie Pecresse, Ermenistan ve sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’ni ziyaret ederken diğer aday Eric Zenmour da Ermenistan’ı ziyaret etmişti. Böylece Ermenistan, her zaman olduğu gibi yine Batı’nın oyuncağı haline gelmiştir. Çünkü bu ziyaretlerle adaylar Ermenistan üzerinden ne kadar Türk ve İslam karşıtı duruşlarını ispat ederek seçim yatırımı yapmaktadırlar. Pecresse sözde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti ziyaretinde sözde cumhurbaşkanı Arayik Harutyunyan’la ayrılıkçı bayrak eşliğinde görüşmesi de Fransa’nın Karabağ sorununun çözümüne katkı sağlayamadığının da kanıtı olmuştur.

Bu görüntü ayrıca, Azerbaycan’ın Fransa’nın Minsk Grubu eş başkanlığına tepkisinde ne kadar haklı olduğunu ve bu grubun 30 yıla yakın sorunun çözümsüz kalmasında ne kadar etkili olduğunu da ispatlamaktadır. Karabağ Sorununu çözmek için kurulan AGİT Minsk Grubu Eş Başkanı Fransa, aynen diğer eş başkanlar gibi Ermeni yanlısı bir tutum takınmıştır. Dahası Fransız Senatosu, İkinci Karabağ Savaşı’ndan sonra 25 Kasım 2020’de sözde “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'ni” tanıyan bir kararı onaylamış, hükümete de bu yönde bir çağrıda bulunmuştur. Kararın ardından Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev, “Fransa Senatosunun bizim meselemizle ne ilgisi var? Çok istiyorlarsa versinler Marsilya’yı. Ermeniler orada kendilerine devlet kursun” ifadeleriyle karara tepkisini sert şekilde göstermiştir. Azerbaycan Parlamentosu da Fransa’nın Minsk Grubu’ndan çıkarılmasını istemiştir.

Ermenistan’ın Türkiye ile yeniden diplomatik ilişki kurulması için atılan adımlara ne ölçüde olumlu cevap vereceğini elbette zaman gösterecektir ancak 2009’da imzalanan Protokolleri rafa kaldıran tarafın Ermenistan olması ve son haftalarda Ermenistan’da Azerbaycan’a yönelik saldırgan söylemlerin artması iyimser yorumların yapılmasını engellemektedir. Unutulmamalıdır ki 2009’daki süreçten farklı olarak yeni normalleşme sürecinde Türkiye, Azerbaycan ile hareket edecektir. Bunu bizzat Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu açıklamıştır.(2)

Son olarak Ermenistan eski Devlet Başkanı ve Karabağ klanının baş aktörü Robert Koçaryan’ın önceki hafta yaptığı açıklamada, Şuşa ve Hadrut’u alarak en azından eski Karabağ Özerk Vilayetinin sınırlarını korumayı hedeflediklerini dile getirmesi, Ermenistan’daki saldırganlığın iç siyasetin ayrılmaz bir parçası olduğunu ve bunun değişmesinin çok zor olduğunun delili olmuştur.

 Koçaryan’ın Ermenistan İttifakı’nın 21 Haziran 2021’de yapılan son seçimlerinden aldığı %21 oy oranı ile iktidardaki Nikol Paşinyan’ın Sivil Sözleşme Partisi’nden sonra ikinci parti olarak çıktığı düşünüldüğünde, bu saldırgan söylemin Ermeni kamuoyunda hiç de anımsanmayacak bir taraftar kitlesine sahip olduğu, Taşnaklar ve diğer radikal gruplar dikkate alındığında bu oranının daha da artacağı sonucu ortaya çıkar. Bu saldırgan kitleye diaspora ve Batılı ülkelerin kışkırtmaları da eklenince Ermenistan’ın yakın dönemde normalleşmesinin çok da kolay olmayacağı düşünülmektedir.(3)

 

(1) Rubinyan, Hrant Dink Vakfı’nın 2017-18 yıllarında burs programı kapsamında İstanbul Politikalar Merkezi ve Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Çalışmaları Merkezi’nde çalışmalar yürütmüştür. Bkz. https://hrantdink.org/tr/faaliyetler/projeler/turkiye-ermenistan-programi/turkiye-ermenistan-burs-programi/1031-turkiye-ermenistan-burs-programi-4-donem-sonuclari-aciklandi, (09.01.2022).

(2) “Çavuşoğlu'ndan 'Ermenistan ile normalleşme' açıklaması”, TRT Haber, https://www.trthaber.com/haber/gundem/cavusoglundan-ermenistan-ile-normallesme-aciklamasi-635567.html, (09.01.2022).

(3) Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecine Ermeni diasporasının en radikal örgütlerinin tepkileri şimdiden başlamış bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. “Türkiye-Ermenistan Normalleşme Girişimine Dair İkinci Daşnaksutyun Bildirisi”, AVİM, https://avim.org.tr/tr/Yorum/TURKIYE-ERMENISTAN-NORMALLESME-GIRISIMINE-DAIR-IKINCI-DASNAKSUTYUN-BILDIRISI, (11.01.2022).