DOĞU TÜRKİSTAN
1. Türklerin tarihi ve medeniyetleri açısından Doğu Türkistan nerede duruyor?
Doğu Türkistan, Tanrı dağı ile Altay dağını bünyesinde bulunduran Türklerin hem ata hem de ana yurdunun adıdır. Bu nedenle de Türkler açısından vazgeçilmez bir vatandır, ildir. Ayrıca, Doğu Türkistan dediğimiz coğrafya Türklerin medeniyet kurmaya başladığı ilk yerleşim birimlerinden biridir. Henüz Türklerin çoğu konar-göçer iken, Turfan, Kaşgar sahası, buralara inen Türklerin yerleşik hayata geçtiği bölgelerdir. Turfan, Kaşgar, Hoten, Aksu illeri ile tarım havzasında çıkartılan arkeolojik kazılar ve mumyalar Türklerin neredeyse 5-6 bin sene öncesinden işbu bölgede yerleşik hayata geçtiğini ve şehir medeniyeti yarattığını ortaya koymaktadır. İslamiyet öncesindeki ve İslamiyet’in başlangıcındaki en köklü yaygın yazılı kültürümüz, bugünkü Doğu Türkistan’dadır. Dolayısıyla genel Türklük açısından baktığımızda hem İslamiyet öncesi hem de İslamiyet sonrasında Doğu Türkistan’ın önemi asla vazgeçilmez ve alternatifsizdir.
Türk tarihinin derinliği ve mevcudiyeti açısından Doğu Türkistan’ın önemini kimse göz ardı edemez. Türk medeniyetin sürekliliği bağlamından baktığımızda, Karahanlı Devletinin Doğu Türkistan’da kurulmuş olması, Karlukların ilk olarak İslamiyet’i benimsemesi ve İslamiyet’i devlet dini yapması, Saltuk Buğrahan’ın Abdülkerim ismini alarak İslamiyet’i bütün Karahanlı sınırları içerisinde egemen kılması, bu topraklarda Kaşgarlı Mahmut, Farabi, Biruni, İbni Sina, Yusuf Has Hacip, Ahmet Yükneki ve Ahmet Yesevi hazretleri gibi Türk-İslam medeniyetinin mihengini oluşturan insanların doğmuş, büyümüş ve eser bırakmış olması Doğu Türkistan’ın önemini iki kere önemli kılıyor. Bundan dolayı Türkler dünyası açısından baktığımızda ister batıdaki Türkler, ister Balkanlardaki Türkler, veya Doğudaki Saka Türkleri açısından olsun Doğu Türkistan merkezdir ve unutulmaması, ihmal edilmemesi gereken Türk’ün ata ve ana vatanıdır.
2. Çinliler ve Türklerin ilişkileri yüzlerce yıl öncesine uzanıyor, bu tarihi mücadelenin ana hatlarını değerlendirir misiniz?
Türkleri bir ve bütün olarak görebildiğimizde ve politik sınırları bir kenara koyduğumuzda çok geniş coğrafyaya yayılan aynı dili konuşan ve aynı kültürel kodlara, alışkanlıklara sahip insanların aslında bir bütün olduğunu çok rahat görmemiz mümkündür. Adriyatik’ten Çin Seddi’de sloganında saklı olan işte bu Türklüktür. Türklerin kendileri bu durumu her ne kadar iyi bir şekilde görmek veya idrak etmek istemez ise de, merhum Türk büyüğü Elçibey’in ifadesi ile “Sen Türk olduğunu unutsan da düşmanın asla unutmaz” ve başta Çinliler olmak üzere İranlılar, Ruslar Türkleri çok iyi bilmekte, bir bütün görmekte ve ona göre “politik, stratejik” hatta “kültürel” davranışta bulunmaktadır.
Çünkü Çin-Türk ilişkisini tarihin bilinmeyen çağlarına kadar götürebiliriz. Gelecekte de tarihin bilinmeyen çağlarına kadar devam edecektir. Yani sürekliliği olan bir ilişkidir. İki taraflı ilişkiden bahsediyoruz aslında. Çinliler açısından baktığımızda, en az 3 bin yıldır süregiden bir ilişkidir. Çinlilerin tarihte en uzun ilişki kurduğu tek millet Türklerdir. Çinliler açısından Türkler şöyle önemlidir: Çinlilerin iç güvenliği kadar dış güvenliği açısından da çok önemlidir. Bundan dolayı Çin açısından, Türkler daima kontrol edilmesi ve bu konuda sürekli tahakkümde tutulması gerekir. Diğer taraftan da Çinliler olaya şu şekilde bakar: Çinlilerin genişleyebileceği alan Türklerin dünyasıdır. Çünkü Çin’in doğusu ve güneyine genişleyeceği alan neredeyse bitmiştir. Sadece Batısı ve kuzeyi bu ihtiyaca en elverişlidir. Daha da açmamız gerekir ise, Çin Halk Cumhuriyeti’nin haritadaki konumuna baktığınızda; doğuya ve güneye genişleyemez ancak batısında ve kuzeyine genişleyebilir. Yani Türklerin olduğu bölgede genişleyebilecek, kendi yaşam alanını genişletebilecektir. Peki, bunu ne destekliyor? Çinlilerin en az iki bin yıldır değişmeyen yazı sistemi ve bu sisteminden dolayı sürdürülen, değişmeyen aksine sürekli gelişen Türkler hakkındaki hafızasıdır. Bundan dolayı Çinliler Türkler hakkında sürdürülebilir strateji ve politika geliştirmekte hep başarılı olmuştur.
Türkler açısından baktığımızda; Bilindiği gibi Türkler çok geniş topraklarda hareketli bir yaşam tarzını sürdürürken, sabit bir mekânda birleşik çatı altında değişmeyen yazı sistemi temelinde hafızası daimî olan güçlü bir medeniyet inşa edememiştir. Sürekli değişen yazı sistemi medeniyetinin değişmesine ve kültürel kopuklukların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bundan dolayı da Türklerde daima hafıza kaybı yaşanmıştır. Bilge Kağan, Tonyukuk, Kültegin’deki millet devlet kaygısı ve komşu ülke analizleri özellikle, Çin algısı bir sonraki Türk Devletlerinin yöneticilerinde, ilmiye sınıfında, seyfiye sınıfında olmamıştır. Dolayısıyla kaybeden Türkler, kazananlar daima Çinliler olmuştur. Bugün küreselleşme çağında her şeyin bilindiği zaman diliminde dahi biz Türkler hala kaybediyoruz. Peki neden kaybediyoruz? Çünkü tedbir almayı, bilgiye, belgeye, liyakate dayalı siyaset geliştirmeyi bir türlü beceremiyoruz.
3. Çin devletinin soykırımlar ve kültürel formatlama uygulamaları ne zaman başladı? Doğu Türkistan özelinde değerlendirmenizi rica edebilir miyiz?
Türk-Çin ilişkisine baktığımızda; Çinlilerin Hunların baskısını ve tehditlini ortadan kaldırmak için uzaktakiler ile iş birliği yapmak üzere Türkistan topraklarına M. Ö. 138’de General Zhang Qian’i göndermesi ile başlayan ilişkiler ağı daha sonra İpek Yolu adıyla bilinen ilişkiler ağını ortaya çıkartmıştır. İşte bu tarihten -- İpek yolunun başlangıcından itibaren Çinliler, Türkler dünyasını içeriden ve dışarıdan rahatsız etme, parçalama, bölme, bir birine düşürme ve nihayetinde yönetme taktiğini uygulayagelmiştir. Hun Devleti ile Köktürklerin doğu-batı olarak ikiye ayrılması ve daha sonra topraklarının önemli bir bölümünün Çin tarafından işgal edilmesi, halkının asimilasyon veya kıyıma tabii tutulmasından günümüze kadar gelen sürece baktığımızda, esasında Çinlilerin Türklere yönelik yok etme politikalarında ısrarcı olduğunu, bunun çok köklü olduğunu görüyoruz. İçeriye alınan Türkler eğer ki biat etmez ise, Çinlileşmez ise dilini, dinini değiştirmez ise, muhakkak soykırıma, katliamlara tabi tutulmuştur. Bu geçmişte de oldu, günümüzde de devam etmektedir.
Doğu Türkistan açısından baktığımızda; Çinliler “Doğu Türkistan ezelden beri bizim toprağımız” diyor. Oysa bu doğru değildir. Çünkü ezel kelimesinin bir başlangıcı ve de sonu olması lazım. Çinliler o kısmı açık bırakıyor. Tarihi gerçeklere baktığımızda; Çinlilerin bugünkü Doğu Türkistan topraklarına 8. Yüzyılın ortalarına doğru kısa bir süreliğine girdiği bilinir. 751 yılında Türkistan topraklarında işgalci olarak bulunan Çinliler ile bölgeye Batıdan yaklaşan Müslümanlar arasında çıkan savaşta Türklerin Araplara yardım etmesi sonucunda Çinlilerin Türkistan topraklarında yok edilmesi ile neredeyse 1005 seneye kadar Türkistan topraklarına adım atamamıştır. Yani 1755 yılına kadar Çinliler Türkistan topraklarında asla bulunamamıştır. Çin’e hâkim olan bir diğer Turani kavim olan Mançular 1755 yılında Türkistan topraklarını istilaya kalkışmıştır. İşbu tarihten sonraki istila savaşlarında Mançuların arkasına sığınan Çinliler Doğu Türkistan’ın kuzeyinde 1 milyondan fazla Moğol ve Türk’ün katledilmesine neden olmuştur. Bu tarihten sonra Tanrı dağının kuzeyinde başlayan katliam ve istilalar güneyinde de devam etmiştir. Bu katliamlar, Mançular, milliyetçi Çin döneminde de çeşitli düzeylerde devam etmiştir. Çünkü bölgede Çin istilasına karşı sürekli direniş, başkaldırı, isyanlar cereyan etmiş, zaman zaman kısa sürelik bağımsızlıklar gerçekleşse de dış desteğin bulunmamasından ötürü tekrar Çin işgaline maruz kalınmıştır. Her işgal sonrasında katliamlar, zorunlu göçler yaşanmıştır.
1955 yılında Çin Komünist Partisi’nin bölgede kendi hâkimiyetini tesis etmesinden sonra eskisinden daha farklı ama sistematik işkenceyi, Çinli göçünü ve baskıları arttırmıştır. Türk ve Türkistan isminin yasaklanması başlayan hak ihlalleri ve zulüm Pan-Tükizim Pan-İslamizim yaftası ile kendine karşı gelebilecek ve toplumun mevcudiyetini temin edebilecek bütün değerleri, aksakal, ulema, aydın kimseleri düşman olarak belirmesi ile yıldan yıla artarak devam etmiştir. Zaman zaman özellikle Uygur Türklerini yok etmek için sistematik zulüm katliamlara başvurmuştur.
Soğuk savaşın sona ermesinden ve SSCB’nin yıkılışından ders çıkartan ÇKP yönetimi 1994 yılından itibaren kültürel soykırımı başlatıyor. İslam dini toplumsal, kamusal ve özel alandan tamamen çıkartılması için akıl almaz uygulamaları ısrarla icra etmeyi sürdürmüştür. 2003 yılından itibaren ise Uygur Türkçesinin özerk bölgenin resmi dili olma statüsüne son verilerek bütün eğitim kurumlarında yasaklanmaya, yerine sadece Çincenin kullanılmasını zorunlu kılmıştır. Bu yapılanlar esasında Çin Anayasasına, dini inanç yasasına, dil ve yazı yasasına, özerk bölgeler yasasına aykırı idi. Fakat bu yasalar 1994’ten itibaren Uygur Özerk Bölgesinde rafa kaldırılmış idi. Kültürel soykırımlar devam ederken, akabinde 2009 yılından sonra biyolojik soykırım başlatılıyor. 2016 yılında ise soykırım zirve yapıyor ve toplama kampı uygulamasına geçiliyor.
4. Çin eğitim kampları adı altında milyonlarca Uygur Türk’ünün hürriyetine mâni oluyor. Bu kamplar ve uygulamalar hakkında neler söylemek istersiniz?
Uygur Türklerince Çin-Nazi kampları denilen bu toplama kamplarına 5 milyondan fazla Uygur, Kazak Türkünün tıkıldığı ifade ediliyor. Güvenilir kaynaklar özellikle BM kaynakları bu sayının 2 milyonun üzerinde olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca, gelen haberlere göre, kampların sürekli genişletildiği, büyütüldüğü malum. Bu kamplardan bize ulaşan ve güvenilir kaynakların temin ettiği bilgilere göre; birinci derecede cezalandırılan kitlelere yönelik biyolojik deney, iç organların çalınması, insanların sistematik olarak işkenceye tabi tutulması, sinir sistemlerinin felç edilmesi veya ölüme terk edilmesi şeklinde cezalandırıldığı; ikinci derecede cezalandırılanlara İslamiyet’le bağlarının kopartılması, Türklüğünü inkar edilmesi, Çinliliğin kabulü, Çin’in yüceltilmesi ve Çin Komünist Partisinin tek kurtarıcı olduğunun içten özümsenmesi, helal olmayan yiyecek, içeceklerin tüketilmesinin normalleştirilmesi gibi uygulamalara tabi tutulduğu şeklindedir. Bu kamplara alınanların büyük kısmı 15 ila 65 yaş arası erkeklerdir. Özellikle 1980-1990 arasında doğmuş kimselerin tamamı alındığı gelen bilgiler arasındadır. Peki bu kampların dışında neler yaşanıyor? Kendimi örnek vermem gerekirse, ben 2015 yılına kadar Çin vatandaşı olan, Çin’in sayılı üniversitelerinde akademik kariyer yapmış, daha sonra Türkiye’ye yerleşerek devlet üniversitelerinde öğretim üyeliğine devam eden biriyim. Akademisyenlik dışında herhangi bir meslekle ile meşgul değilim. Çin yasalarına göre, yurtdışında yaşayan bir Uygur vatandaşıyım. Fakat ben de yaklaşık olarak ben 21 aydır ailem ile hiçbir şekilde bağlantı kuramıyorum. Dolaylı kanallardan aldığım bilgiye göre kardeşlerim, yeğenlerim kamplarda imiş. Fakat bunu hiçbir şekilde teyit edemiyorum. Dini bilgisi olan bir kardeşimin akibeti hakkında aldığım haber çok korkunç, burada size ifade etmekte dilim aciz kalıyor ve hala titriyorum. Düşündüğümde elim kolum titremeye başlıyor. Akrabalarımızdan biri içeri alınmış, sapa sağlam girmiş, daha sonra gözü kör edilmiş, bitkin vaziyette çıkartıldığını öğrendik, fakat mevcut durumu hakkında herhangi bir şekilde bilgi alamıyoruz. Çeşitli kanallara, sosyal medyaya tanıklık veren binlerce muhacerette yaşayan vatandaşlarımız var. Kamplardan kurtulup çıkan yabancı uyruklu Doğu Türkistanlılar var, onların uluslararası medyaya ve Batılı ilkelerin parlamentosuna verdikleri tanıklıklar var, bunları duyduğunuzda insanlığınızdan utanırsınız…
Batı’da çıkan akademik çalışmalara yansıyan bilgilere göre üç çeşit kamp var. Birincisi merkezi dönüştürme denilen daha çok kitlesel insanların toplandığı yerdir. Bu kampta genellikle kırsalda yaşayan Çince bilmemekten başka suçu olmayan kişilerin tutulduğu kamptır. Bu insanlara Çince öğretilirken, İslamiyet ve Türlük ile ilgili bilgileri tamamen formatlanıyor, Çin Komünist Partisinin yüceltiliyor, Çinperver olunması için bütün yollar seferber ediliyor.
İkincisi hukuk okulları adı verilen kamplardır bu kamplara kimler gönderiliyor? Telefonunda ya da herhangi elektronik bir aygıtında İslam dini ya da Türklüğü ilgilendiren bir şey geçti ise, bu durumun Çin yasalarına aykırı olduğu beyan ediliyor ve insanlar hukuk bilmediği gerekçesiyle kamplara gönderiliyorlar. Onlara Çin tarzı bir işkence yapılıyor. Mesela gündelik hayatlarında inşallah demek sıradan bir durum ama Çin diyor ki; “Bu yasa dışı, illegal, aşırılığa götürür.” Çince öğreneceksin, dilini, dinini unutacaksın diyorlar ve bunun için belli bir süre veriyorlar. Bu sürede bunu yapamayanlar işkence kamplarına götürülüyor. Gün boyu ayakta kalma veya domuz bağı denilen bağlama yöntemi ile Uygur Türklerine işkence yapılıyor. Kamptan kurtulan bir Kazakistan vatandaşının anlattığına göre, Avusturalya vatandaşı bir Doğu Türkistanlı Çin’e gidiyor ve tutuklanıp kampa götürüyor. Suçu ise Çince bilmemektir. Halbuki bu kişi Avustralya vatandaşı ama kökeni Türkistanlı. Bu kişinin belli bir sürede Çinceyi öğrenmesi, çince şarkıları ezberlemesi gerekiyor ama öğrenemiyor. Bunun üzerine bu kıza işkence yapılıyor, ayakları kırılıyor. Daha sonra Avustralya Hükümetinin bu kızı kurtardığı söyleniyor, kamptan çıktığında akrabaları ve yakınları tanıyamamıştır…
Üçüncüsü de rehabilitasyon merkezleri dedikleri en ağır işkence ve cezanın bulunduğu kamptır. Buraya son 10 yıl içinde yurt dışına gidip gelenler, yurtdışında eğitim alanlar, herhangi bir ülkede akrabası olan ya da yurt dışında bir tanıdığı ile e-mail ya da başka bir şekilde bağlantı kuran kişiler gönderilir. Burası en ağır işkencelerin yapıldığı merkezlerdir. Bu kişiler “en tehlikeli insan” olarak görülüyor. Çünkü yurt dışı ile bağlantıları var.
Batı medyası bunu sorguladığında; Çinliler, “Biz bu insanları rehabilite ediyoruz çünkü onlara ideolojik virüs bulaşmıştır” diyorlar. Çinlilere göre bu ideolojik virüs İslam ve Türklük’tür. Kimse de “Bu kişiler makine mi? Kendi kültürleri, medeniyetleri var” demiyor.
5. Doğu Türkistan’dan dünyayı aramak ya da Doğu Türkistan’la irtibat kurmak neden mümkün olmuyor. Değerlendirir misiniz?
Son iki yıldan bu tarafa Doğu Türkistan’dan yurtdışına arama yapılamıyor. Akıllı telefonlara Çin devletinin müsaade ettiği program haricinde hiçbir şey yükleyemezsiniz. Çin istihbaratının kontrolünde olan Wechat uygulaması var. Onunla görüşülüyordu. Şimdi ise 2 yıldır onunla da görüşülemiyor, kimse cesaret edip bağlantı kuramıyor. Yurt dışında bağlantı kurduğu kişi bilindiği anda o rehabilitasyon merkezlerine gönderiliyormuş. Uygurların telefonuna dışarıdan gelen aramalar yaşadığı mahalledeki güvenlik güçleri tarafından anında biliniyor, onların ekranlarına yansıyor. Bırakın yurt dışından aramayı Çin’in içindeki farklı bir eyaletten aranması dahi sorun yaratmaktadır. Bundan dolayı skype ya da direk kendi numarasından arayamıyor. Şayet bir Uygur türkü ararsa, hemen baskın yapılıyor. Eğer hala kampa alınmadı ise, o aile ondan sonra işkence başlıyor. Çinli öğrencilerim var. “Benim ailemden haber alır mısınız?” dedim. “Hocam, kusura bakma. Sen de bir daha bizi arama.” dediler. Bırakın Doğu Türkistanlıları, Çinli öğrencilerim ile de irtibat kuramıyorum. Dolayısıyla bugün ne dışarıdaki içeriyi arayabiliyor ne de içerdeki dışarıyı. Çünkü Çin, yaptığı zulmün dışarıda anlatılmasını istemiyor. Çin Doğu Türkistan’ı tamamen açık hapishaneye çevirmiştir. Bu konuda Batı dillerinde yüzlerce haber, analiz ve makale bulabilirsiniz. Bugün batı medyası Çin’in polis devleti olduğunu söylüyor. Çin zulmü dayanılmaz bir hale gelmiştir. Çin Komünist Partisi insanlık adına söylenecek olan bütün kırmızı çizgileri çiğnemiştir.
6. Çin uluslararası toplumun ikazlarını ve hukuk normalarını niçin tanımıyor? Meselenin hukuk ve insan hakları boyutundan neler söylemek istersiniz.
Bugün dünya düzeni artık para üzerine kuruludur. Çin’de de büyük sermaye var. Çok sayıda devletlerin hükumet insanlarını, siyasileri para ve rüşvet ile satın almaya başladı veya ilgili ülkeleri borca boğdu. Çin’in iki çeşit diplomasisi vardır. Birinci para diplomasisi, ikincisi ise borç ve rüşvet diplomasisidir. Dolayısıyla o ülkeler aldıkları borçtan dolayı ya da diplomatlar ve bürokratları aldıkları rüşvetten dolayı bugün Çin’in kural ve düzen tanımayan davranışına suskun kalıyorlar, hatta Çin’in kurduğu düzene ayak uyduruyorlar ve ona göre söylem geliştiriyorlar. 6 Kasım 2018’de Birleşmiş Miletler İnsan Hakları Konseyi, Cenevre’de Çin’in 5 yıllık insan hakları sicilini gözden geçirdi. 140 ülke oylamaya katıldı. Doğu Türkistan’daki bu insanlık ayıbını, Nazi kamplarını sadece 18 batı ülkesi kınadı. Geri kalan Müslüman ülkeleri dahil yaklaşık 120 Asya, Afrika ülkeleri Çin’i destekledi. Hatta bazı Müslüman ülkeleri Çin’in Doğu Türkistan’daki faşist uygulamalarına açıktan destek verdi. Peki bu konumda Türkiye ne yaptı? Yumuşak bir dil ile geçiştirdi. Çin’i kızdırmamaya özen gösterdi. Türkiye ne kebap yanmayacak, ne şiş yanmayacak bir yolu tercih etmiş gibi gözükse de Türkistanlıları ve Türkiye’deki onurlu insanları rencide etmiştir. Bu durum Doğu Türkistanlıları çok fazla üzmüştür. Filistin için “one minute” diyebilen bir Türkiye’nin, Doğu Türkistan’da milyonlarca Müslüman yok olurken, İslamin izleri silinirken sesinin cılız olsa da çıkmasını sağlamamıştır. Oysa Doğu Türkistan Türkiye’nin iki defa namusudur. Doğu Türkistan hem Türk ve İslam beldesidir. Yok edilmekte olan insanlar kavm-i Türk, din-i İslam’dır. Türkiye’deki Türklerin hem ata hem de anayurdudur. Türkiye orayı sahiplenmeye mecburdur. Ama mevcut yönetimin sessizliğinden, tavizkar duruşundan Çin cesaret almaktadır. Dolayısıyla Çin istediğini yapıyor ve yapabiliyor hatta yaptırtıyor.
7. Çin devletinin siyasi ve kültürel ve dini boyuttaki sistematik politikasını ayrıca değerlendirmenizi rica etsek
Çin’i iki şekilde ayırt etmemiz lazım. Birincisi Tayvan’da bir Çin Cumhuriyeti var. Çin Cumhuriyeti insanların hak ve hürriyetine saygılı bir devlettir. Çin Halk Cumhuriyeti ise Çin Komünist Partililerce yönetilen evrensel hak hukuku tanımayan, özellikle Şi Cinping iktidarı sonrasında bu tarz ihlallerin şiddetle arttığına şahit olmaktayız. Şi yönetimi hem kendi halkına hem de Çinli olamayan milletlere zulüm ediyor. Çin halkına yaptığı zulüm karşısında daha temkinli çünkü kendi halkının kolektif reaksiyon göstermesinden çekiniyor Fakat Doğu Türkistan, Tibet, İç Moğolistan gibi bölgelerde kendi halkına yaptığı zulmün mislini yapıyor. O bölgelerde terörizm, bölücülük yapıldığını iddia ediyor ve buna kendi halkını da ikna ederek azınlıklara zulüm yapıyor. ÇKP faşizminin zulmü aslında sadece sınırları içinde değil, sınırları dışında, özellikle etkisi altına alabildiği ülkelerde de devam etmektedir. Mısır ve diğer Arap ülkelerinde Uygur öğrenci avına çıkması, başta Pakistan olmak üzere Türk cumhuriyetlerindeki Uygur Türklerine yönelik sindirme, tutuklamalar buna bir örnektir.
Bugün Türkiye’de Doğu Türkistan meselesinde, Çin’deki insan hakları konusunda ana akım Türk medyasının ses çıkarmaması da Çin zulmünün Türkiye’deki bir başka tezahürüdür. Bugün Türkiye’deki etkili siyasetçiler Uygur Türklerinin vicdanını okşayacak bir kelime sarf edemedi ise Çin baskısındandır. Bugün Araplara ve Kürtlere bir şey olduğunda sokaklara dökülenler, Türklere bu kadar zulüm reva görülürken sokakta değiller. Türkiye 4 milyon Suriyeliyi misafir ediyor, ihtiyaçları devletçe gideriliyor. Fakat İstanbul’da havaalanı karakolunda 11 tane Türkistan Türkü hala içeri alınmayı bekliyor… on binlerce Türkistanlı İstanbul’da sefalet içinde, korku ve endişe içinde hayatlarını sürdürüyor. Onlara Suriyelilere tanınan hakkın hukukun binde birinin tanınmadığını herkes biliyor. Bunun nedeni de Çinin Türkiye’deki zulmünün bir başka görüntüsüdür… Bu insanların çoğu hala normal ikamet izni alamadıkları, kimilerinin çocuklarına verilip velilerine verilmediği, velilerine verildiyse çocuklarına verilmediği veya çeşitli zorlukların çıkartıldığı biliniyor. Kimilerine uzun dönemlik ikamet verilmiş, fakat çalışma izni verilmemiş. Çalışma izni verilmediyse, bu insanlar nasıl hayatlarını idame ettirecekler? Onlar hastanelerde tedavi olamıyor. Türkistanlılar dilencilik yapmak istemiyorlar. İnsan sormaz mı? Yani sen bu kişilere ikamet verdin, neden çalışma izni vermiyorsun? İkinci ve öz vatanı olarak bildiği Türkiye’de yaşadıkları zorluklar insanların ağrına gidiyor, hakikaten üzücü.
8. Sizce neler yapılmalı, Doğu Türkistan’daki insani dramın önüne geçilebilmesi için
Yapılabilecek şeyler aslında çok basittir. Öncelikli olarak devletin ve hükumetin Çin politikası acilen gözden geçirilmeli, liyakatli uzmanlarca uzun vadeli Çin politikası ve stratejisi geliştirilmelidir. İkili ilişkilerde mütekabiliyet ilkesine taraflar riayet etmelidirler. Yani Çin ile eşit politikalar üzerinden temkinli ilişki kurulmalıdır. Pekin ve Şanghay’da bulunan misyonlarda görev yapacak elçilik ve konsolosluk mensuplarının sadece ekonomik hassasiyeti olanlardan değil, aynı zamanda politik, kültürel hassasiyeti olan, devlet tecrübesi ile hariciye deneyimine sahip, Doğu Türkistan konusunda önyargılı olmayan ve bölgede yaşayan Türklerin Çin yasalarında belirtilen hak hukuklarının korunmasında ciddiyet sahibi kimselerden oluşmasına özen gösterilmelidir.
Bugün Çinlilerin Türk vizesi alması birkaç dakika sürerken, Türklerin Çin vizesi almasının aylarca sürmesi veya alamaması işte bu tavizkar siyaset ve diplomasinin ürünüdür.
Diğer taraftan Türkiye’nin diğer kurumları da mütekabiliyet esasına göre kendi siyasetini belirlemeyi bilmelidirler. Örneğin eğitim kurumları… Türkiye’de şuan onlarca Çin dili edebiyatı bölümü var. Çinliler Türkiye’de sürekli Konfüçyüs enstitü açıyor. Bugün bu enstitüler Batı’da casusluk veya propaganda yaptığı gerekçesi ile kapatılmakta veya denetime tabi tutulmaktadır peki bugüne kadar bu kadar Konfüçyüs enstitüsü karşılığında Çin’de bir adet Yunus Emre enstitüsü açılmış mıdır? Cevap elbette kocaman HAYIR. Aynı şekilde diğer alanlarda Çin üzerine çalışan, Çin’in ekonomisi, kültürü, dış politikası, güvenlik ve Doğu Türkistan üzerindeki uygulamalarını araştıran uzmanlar, araştırma merkezleri var mıdır Türkiye’mizde? Bu sadece Çin’e yüzlerce öğrenci gönderdim demekle olmuyor. Öğrenciler döndükleri zaman Türkiye’de Çin’in gönüllü elçisine dönüşecektir ve dönüşmüş durumdalar. Nasıl ki batıya gönderdiğimizde batıcı oldukları gibi, doğudan geldiklerinde de Doğuperest olacaklardır ve olmuşturlar. Zaten memlekette Çinperest ya da Çin’in tasmalı aydın siyasetçileri bolca var. Medeniyet yaratmış, kıtalara hükmetmiş bir milletin mensubu olarak tarihten ders çıkarmak zorundayız. Çin ile dirayetli siyaset geliştirebilecek uzmanlarımızı yetiştirmek zorundayız. Bunu yapamazsak, mevcut dengesiz ve eşitiz ilişkiler ağının kontrol edilmesi imkânsız hale gelecektir.
Peki STK’ların ne yapması lazım? Uluslararası normlar üzerinden Türkiye’nin imza attığı evrensel insan hakları beyannamesi ve kuralları çerçevesinde Türkistanlıların hak ve hukukunu koruması ve Türkistan’daki insanların Çin’in kendi yasalarında belirttiği hak ve hukuktan yararlanması için eylem yapması, baskı oluşturması lazım. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının hükümetin yanlış politikalarını cesurca eleştirmesi ve bu şekilde Türkiye’mize ve Doğu Türkistan’a yardımcı olması lazım.
Doğu Türkistan’daki mesele sadece Türlük-İslam meselesi değil, bir insanlık dramıdır. Dolayısıyla Türkiye’deki herkesin bu meseleyi ideoloji, siyasi görüş, parti gözetmeksizin sahiplenmesi gerekir. “Mazlumların yanındayız” söylemi “mazlum” farkı gözetmeksizin icra edilmesi gerekir. O zaman uluslararası arenada ve kendi gönül coğrafyamızda hak ettiğimiz yere geleceğiz.
Bugün Doğu Türkistan konusundaki yanlış, ideolojik kompartımanlara sıkışmış uygulamalar Türkiye’yi Türkler dünyasında pasif konuma düşürürken, Türklerin arasını da açmaktadır. Türkistan’daki Türkler Türkiye hakkında şöyle düşünürler: “Bu Türkiyeliler bizim coğrafyadan, Türkistan’dan Batı’ya giden akrabalarımızın evlatlarıdır. Bugün Doğu Türkistan’ın başına kara günler gelip çatmıştır. Anadolu’daki akrabalarımız, kardeşlerimiz ata ve anayurdundaki kardeşlerine neden destek olmazlar ve niye ses vermiyorle? Onların başlarına kara gün geldiğinde biz hep koşmadık mı? Lojistiğini sağlamadık mı?” Bu durum Türkiye’deki vicdan sahibi insanları da rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık birikir ise Türkiye’de bir infiale yol açabilir. Zaten Türkiye gerilmiş ve zor günleri geçiriyor. Fırsat kollayan o kadar çok mihraklar vardır. Üç sene öncesinde Çin’in Doğu Türkistan Türklerine yönelik yasak ve işkenceleri İstanbul’da protesto edilmiş ve kızgın kitle gördüğü çekik gözlüleri Çinli zannedip dövmüş ya da iş yerlerine zarar vermiş idi. Şu an ise Doğu Türkistan’daki zulüm üç sene öncesinin milyon misli ile devam ediyor. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşları, siyasetçiler ve devlet adamları üzerine düşeni yapmak mecburiyetindedir. Çok dikkatli olmalıdırlar.