18.06.2019 14:33 A- A+

Amerika ve Çin, Savaşı Tekrar Tanımlarken

Amerika ve Çin, Savaşı Tekrar Tanımlarken

SAVAŞ ARTIK ASKERİ MÜCADELEDEN DAHA FAZLASINI İÇERİYOR

 

Türkçeye Kazandıran : Çağatay Telli, Ali Çölgeçen

Yazar                          : Michael T. Klare  

Kaynak                       : Consortiumnews.com, TomDispatch.com

 

Harvard’lı Profesör Graham Allison geniş ölçüde takdir edilen kitabı Savaşa Mahkûm’da [1] ABD ve Çin arasındaki savaş ihtimalini değerlendirmiştir. Allison, M.Ö. 5. yüzyıldaki Peloponez Savaşı’ndan günümüze kadar yaşanmış süper güç çatışmalarını ABD-Çin ilişkileriyle kıyasladığında, çatışma riskinin azımsanmayacak seviyede olduğuna kanaat getirmektedir. Fakat kendisi ABD-Çin ilişkileri üzerine fikir yürüten çoğu yazar gibi önemli bir noktayı gözden kaçırıyor: Hangi alanda olursa olsun, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin hâlihazırda birbiriyle savaştadır. Bu yavaş ancak kararlı adımlarla yükselen hasımlık, tek bir anda sıcak bir çatışma kadar ani yıkım getirmeyebilir, lakin uzun vadede bu tür bir mücadele muhtemelen en az sıcak çatışmalar kadar vahim etkilere yol açar.

Böyle bir iddiada bulunmak her şeyden önce savaşın ne olduğunun tekrar düşünülmesini gerektirir. Allison’ın Vaşington ve öteki pek çok başkentte paylaşılan ortak görüşüne nazaran savaş ve barış birbirine zıt kutuplardır. Bir gün askerlerimiz garnizonlarında eğitim alıp silahlarını temizlerlerken, ertesi gün harekete geçmeleri talimatlandırılabilir ve harp meydanına sevk edilebilirler. Bu durumda savaş, ilk mermiler ateşlendiğinde başlar.

Peki, öyleyse günümüzün süper güç mücadeleleri çerçevesinde tekrar düşünün. Bugün savaş silahlı mücadeleden çok daha fazlasıdır ki, bazen bunu savaşan ülke liderlerinin kurutulmuş biftek ve patates püresi yediği (tıpkı Trump ve Jinping’in 2017’de Florida Mar-o-Lago’da yaptığı gibi) buluşmalarda görebilirsiniz. ABD-Çin ilişkilerinde tam olarak bulunduğumuz nokta budur. Savaş demeye diliniz varmıyorsa belki bitişinden sonra tekrar kullanmaktan ar ettiğimiz Soğuk Savaş terimini geri getirebilir ve onu kullanabiliriz.

Daha Trump Oval Ofis’e adımını atmadan, ABD hükümetinin askeri ve diğer kolları çoktan uzun soluklu bir yarı-savaş durumuna hazırlanmaya başlamışlardı bile. Önerilen adımların arasında Çin’e karşı ekonomik ve diplomatik baskı mekanizmaları oluşturmak ve hasmın çevresine askeri yığınak yapmak bulunuyordu. Başkan’ın gelişiyle beraber bu tür girişimler Soğuk Savaş’ı aratmayacak bir seviyeye çıkartılmış, hükümet kendini Çin’e karşı ekonomik, teknolojik ve askeri alanlarda üstünlüğünü artırarak sürdürmeye adamıştır.

Bugün Amerika’nın Çin’e karşı politikası; Başkan’ın umumi gündeme yerleştirdiği ve Çin’in büyümesini baltalaması beklenen ticaret savaşları, ülkenin ABD’yi teknolojinin önemli alanlarında aşmasını engellemek üzere tasarlanan tekno-savaş, Pekin’i izole etmek ve küresel stratejilerini yıkıma uğratmak amaçlı sürdürülen diplomatik savaş, genelde diğerlerine göre daha arkaplanda ilerleyen siber savaş ve ciddi askeri tedbirler etrafında şekilleniyor. Mahiyeti itibarıyla savaşın geleneksel anlamı karşılanmasa da iki tarafın liderleri bunun yeni tür bir savaş olduğunun ve eşit derecede yıpratıcı olduğunun farkında.

 

Neden Çin?

Moskova’nın 2016 Başkanlık Seçimi’ne müdahale ettiği iddiaları ve devam eden Müller soruşturması gibi nedenlerden dolayı medya ve çoğu politikacı Rusya ile olan ilişkilere odaklanmak isteyebilir. Ancak perde arkasında Vaşington’un en seçkin askeri ve dış politika yetkilileri baş düşman olarak Rusya’yı değil Çin’i görüyor. Ukrayna, Balkanlar, Suriye, siber uzay ve nükleer kabiliyetler anlamında Rusya Vaşington’un çıkarlarına birçok yönden tehdit oluşturuyor gibi görünebilir, fakat ekonomik yönden sakatlanmış petrol ihracatçısı bir ülkenin küresel hegemonya konusunda ABD’yi ciddi bir şekilde zora sokması beklenmemelidir. Çin tepeden tırnağa kendine özgü bir dünyadır. Muazzam ekonomisi, gelişen teknolojik hünerleri, Yeni İpek Yolu altyapı projesi ve süratle yenilenen ordusuyla güçlenen Çin, bir gün küresel düzeyde Amerika’yı yakalayabilir hatta aşabilir. Bu, Amerikan elitlerinin neye mal olursa olsun engellemek istedikleri bir sonuçtur.

Vaşington’un yükselen Çin’den duyduğu korku, başını CIA’in çektiği Amerikan İstihbarat Teşkilatı tarafından sene başında yayımlanan 2019 Küresel Tehdit Analizi belgesinde gözler önüne serilmiştir. Raporun muhteviyatını anlamak için “Çinli liderlerin ülkelerinin küresel ekonomik, politik ve askeri nüfuz alanını, özellikle denizaşırı askeri imkânlar ve Yeni İpek Yolu Projesi kapsamında yapılan enerji yatırımlarını kullanarak artıracaklarını ve Amerikan etkisini azaltmayı amaçladıklarını değerlendiriyoruz.” cümlesine bakmak yeterli olacaktır.

Bu tür girişimlere karşı koyabilmek ve —Çin’e karşı— Amerikan nüfuzunu tekrar tesis edebilmek için, hükümet imkânlarının mümkün olan her şekilde seferber edilmesi beklenmektedir. Pentagon dosyalarında Amerika’nın küresel üstünlüğünü sonsuza dek Çin ve diğer tüm olası düşmanlara karşı koruma politikası baskın olmak(overmatch) sözcüğüyle özetleniyor. Söz konusu kavram, Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinde “Birleşik Devletler baskınlığını korumalı” şeklinde defalarca tekrar ediliyor ve “düşmanın başarısını engellemek adına birbirine eklemlenmiş yeterli düzeydeki imkânlar”a sahip olunup “uluslararası kamuoyunun çıkarlarımızı korumak adına şekillendirilmesi” politikasının sürdürülmesi tavsiye ediliyor. Başka bir deyişle iki gücün arasında asla eşitlik söz konusu olmamalı, kabul edilebilecek tek durum, Amerika’nın açık arayla en güçlü olmasıdır. Yetkililer, Birleşik Devletler’in Çin’in yükselişine ket vurabilmek için gerekirse her gün farklı tedbirler almasında ısrarcılar.

Allison bahsi geçen eserinde, önceki çağlarda hükümran gücün baskın durumunu korumak istediği ve yükselen bir gücün kendisinden üstün olanları alt etme arayışında olduğu denklemlerin neredeyse tamamının çatışmayla sonuçlandığını belirtmiştir. Fakat büyük güçler arasındaki olası askeri çatışmaların, nükleer savaş ve karşılıklı imhayla sonuçlanması neredeyse kesin olduğu için, günümüz dünyasında doğrudan askeri mücadele hemen herkese sevimsiz görünmektedir. Bunun yerine, yöneticiler stratejik hedeflerine ulaşabilmek amacıyla ekonomik, teknolojik ve örtülü savaş taktikleri geliştirmişlerdir. Amerika Birleşik Devletleri bu perspektifle bakıldığında Çin ile tam anlamıyla savaş halindedir.

 

Ticaret Savaşı

Söz ekonomiden açılınca dil gerçekliği açığa vuruverir. Trump yönetiminin Çin’le olan mücadelesi, açıkça ve sınırlandırılmaksızın savaş olarak nitelendirilmektedir. Ve şüphesiz aralarında Başkan ve Baş Ticaret Temsilcisi Robert Lighthizer’ın da bulunduğu üst düzey Beyaz Saray yetkilileri ticari savaşı şu şekilde görmektedirler: Çin’in ekonomisini hezimete uğratarak ABD ile çekişmesini sağlayan tüm gücü elinden almak gayesiyle kullanılan yöntemler.

Görünüşte, Trump’ın Mayıs 2018’de açıkladığı Çin’den ithal edilen ürünlere ek 60 milyar dolar gümrük vergisi kararı (Eylül’de 200 milyar dolara yükseltildi) Amerikan ekonomisini Çin’in zararlı ticaret politikasına karşı korumak ve iki ülke arasındaki ticaret açığını düzeltmek amacındaydı. Trump, Çin’in ticaret politikalarının “Amerikan ekonomisinin sağlığı ve gelişimine açık ve ciddi bir tehdit oluşturması”na ikinci dalga gümrük vergilerini duyururken dikkat çekmişti.

Gelgelelim Amerikan ticaret heyetinin Çinli temsilcilerin taleplerine geçtiğimiz Mayıs ayında verdikleri cevap, ABD’nin asıl amacının aradaki ticaret açığını dengelemek değil Çin ekonomisinin gidişatına sekte vurmak olduğunu gösteriyor. Amerikan heyetinden Çinli sosyal medya platformlarına sızan belgelere göre, vergilerde iyileştirmenin sağlanması için Pekin’in uyması gereken türlü şartların arasında şunlar bulunmaktadır:

•   “Çin Malı 2025” kapsamında hava taşıtları üretimi, elektrikli araçlar, robotik endüstriler, mikroçip sanayisi ve yapay zekâyı içeren 10 kritik ileri üretim sektörüne sağlanan devlet yardımlarının kesilmesi

•   Hassas teknolojilere yatırımlarda, Amerika’nın belirlediği kısıtlamaların herhangi bir misillemeye gidilmeksizin aynen kabul edilmesi

•   —Çinli firmaların doğal olarak üstün olduğu— Çin hizmet ve tarım sektörlerinde, tam Amerikan rekabetine müsaade edilmesi

Aslında bu istekler doğrudan bir ekonomik savaş ilanı olarak algılanmalıdır. Ticari ilişkileri sürdürebilmek umuduyla söz konusu şartları kabul etmek, Çin’in kalıcı olarak ABD maiyetine girmesi anlamına gelmektedir. Bunu Cornell Üniversitesi’nden ekonomi Profesörü Eswar Prasad “Liste, kulağa müzakere esasları yerine teslimiyet şartları gibi geliyor” şeklinde —bendenize kalırsa doğru bir şekilde— yorumluyor.

 

Teknoloji Savaşı

Amerika’nın ticari taleplerinden anlaşıldığı gibi, Vaşington’un arzusu Çin ekonomisini sadece bugün veya yarın için değil, gelecek onlarca sene için hareketsiz bırakmaktır. Bu amacın yoğun, geniş kapsamlı ve Çin’in ileri teknolojiye ulaşımını baltalamaya yönelik bir eylem planına dönüşmesi pek zaman almadı.

Çinli liderler uzun zamandır ABD’ye karşı ekonomik ve askeri caydırıcılığı sağlayabilmek için, 21. yüzyılın küresel ekonomisini sürükleyecek yapay zekâ, 5G telekomünikasyon altyapısı, elektrikli araçlar ve nanoteknoloji gibi ileri teknoloji alanlarında uzmanlaşmak gerektiğini anlamış vaziyetteler. Bu durumda hükümetin tıpkı Amerikan bilişim ve havacılık sektörlerinin yükselişinde ABD Savunma Bakanlığı’nın yaptığı gibi bilim ve teknoloji eğitimine büyük yatırımlar yapması, öncü alanlarda araştırmaları teşvik etmesi, umut vaat eden girişimlerin kurulmasına yardımcı olması hiç şaşırtıcı değildir.

Ayrıca Çinli şirketler yabancı firmalara yatırım yaparlarken veya onlarla ortaklıklar kurarlarken uluslararası kalkınmanın önemli adetlerinden olan teknoloji transferini talep etmekteler. Bu olgu, Hindistan’ın Amerika’dan gelişmiş silahlar satın alırken Amerikan firmalarından teknoloji transferi ve yerinde üretim gibi kalıcı bazı karşılıklar ummasına benzetilebilir.

İlaveten Çinli firmalar Amerikan teknolojisini siber hırsızlık yoluyla çalmakla suçlanmışlar ve bu suçlamalar anavatanda büyük öfke uyandırmıştır. Gerçekçi düşünmek gerekirse, Çin’in yakın zamandaki teknolojik gelişiminin ne kadar bilim ve teknoloji yatırımlarıyla ya da siber casusluk yoluyla sağlandığına ilişkin dışarıdan bakan birisinin doğru karar vermesi çok zor. Bununla birlikte Pekin’in bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik eğitimine yüksek lisans ve doktora seviyesinde yaptığı yatırımlar göz önüne alındığında, ilerlemenin büyük kısmının Çin’in kendi iç çabalarıyla sağlandığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Elbette kamuoyunda Çin’in siber casusluk çabalarına dair malum gerçekler göz önüne alındığında, Amerikan yetkililerin buna bir son vermesi için Pekin’e baskı uygulaması mantığa uygundur. Ancak Trump yönetiminin Çin’in teknolojisini köreltme isteği, ülke dâhilindeki tamamen yasal süreçleri hedef almaktadır. Örneğin, Beyaz Saray Çin’in yapay zekâ konusundaki ilerlemelere teşvik vermesini engellemeyi hedeflerken, anayurtta Savunma Bakanlığı bu araştırmalara milyarlarca dolar harcıyor. Hükümet aynı zamanda Amerikan firmalarının Çinliler tarafından satın alınmasının ve üzerinde tersine mühendislik yürütülebilecek yüksek teknoloji parçalarla üretim bilgisinin ihracının önünü kesmek istiyor.

Yakın zamanda manşetlere geçen bir örnekte, Vaşington’un, Huawei adlı telekomünikasyon firmasının dünyada öncü olması beklenen 5G kablosuz iletişim çalışmalarını sabote etmek amacında olduğu öne sürülüyor. Bu kablosuz sistemler, alışılmışın çok üstünde hızlarla bilgi transferi yaparak sürücüsüz arabalar, yaygın robotlaşma ve evrensel yapay zekâ uygulamalarını elverişli hale getirecekleri için önem arz ediyor.

Mobil cihaz satışlarında küresel çapta Apple’ın arkasından ikinci olan Huawei, dünya genelinde 5G adaptasyonu sahip ilk cihazları geliştirmeye başlamıştır. Bu hamlenin Çin’e önümüzdeki yıllarda büyük bir avantaj sağlayacağını düşünen Trump yönetimi, engelleme çabalarına devam ediyor. Yaygın adı Tekno Soğuk Savaş olan süreçte, ABD hükümetinin Asyalı ve Avrupalı müttefiklerine Huawei’nin ülkelerinde iş yapmasının engellemesi yönünde baskı yaptığı ve son olarak şirketin Finans Kurulu Başkanı Meng Wanzhou’nun Kanada’da tutuklanmasını sağlayıp, Amerikan bankalarını aldatarak ambargoya aykırı şekilde İran’a yardım etmek suçlamasıyla ABD’ye iadesinin talep edildiği artık sır değil. Huawei ürünlerinin Amerikan pazarına erişimine izin verilmemesi de ilave tedbirler arasında sayılıyor. Bahsettiğimiz türden tedbirler, Amerika’nın ve müttefiklerinin güvenliğini sağlamak ve Çin’in askeri sırları çalmak amacıyla bu ürünlerden faydalanabileceği gibi gerekçeler ileri sürülerek uygulanıyor. Zar zor saklanmaya çalışılan gerçek sebep ise, Çin’in Amerika ile teknolojik olarak boy ölçüşebilecek konuma gelmesini engellemek.

 

Siber Savaş

Eğer bu konu hala iki ülke arasında büyüyen çatışmanın gölgesinde saklanıyor olmasaydı yazacak çok şey olurdu. Söylenebilecek tek şey iki ülke arasında siber uzayda yoğun ve amansız bir savaşın devam ettiğidir. Amerikan yetkililer hem askeri ve tüzel sırların ele geçirilmesini sağlayan siber casusluk hem de politik müdahaleler sebebiyle Çin’i suçluyor. Hudson Enstitüsü’nde yaptığı “Rusların yaptığı Çinlilerin yaptığının yanında devede kulak kalır” yorumu ile geçtiğimiz Ekim’de gündeme oturan Başkan Yardımcısı Mike Pence söylediklerini destekleyecek herhangi bir kanıt paylaşmadı.

ABD’nin siber uzayda Çin’e karşı koymak adına neler yaptığı da gizlidir. Kesin olarak söylenebilecek tek şey bu savaşın çift taraflı olarak yürütüldüğü ve Amerika’nın da kendi saldırılarını düzenlediğidir. 2017 Ulusal Güvenlik Stratejisi “Birleşik Devletler zararlı siber aktivitelere karışan yabancı hükümetler, suçlular ve diğer aktörlere hızlı ve şiddetli  bir şekilde karşılık verecektir.” cümlesiyle bunu tasdik etmektedir. Ne türden karşılıkların verileceği bilinmez, fakat Amerikan siber savaşçılarının alanda aktif olduklarına şüphe yoktur.

 

Diplomatik ve Askeri Baskı

Amerikan’ın Çin ile süregelen savaşındaki değinmediğimiz son kısım diplomatik ve askeri alanlarda Pekin’in jeopolitik hedeflerini sekteye uğratmak için yapılan baskı politikasıdır. Çin hedeflerine ulaşabilmek için büyük oranda trilyon dolarlık altyapı yatırımı Kemer ve Kuşak Projesine güvenmektedir. Bu kapsamda Avrasya-Kuzey Afrika ekseninde yeni karayolu, demiryolu, liman ve boru hattı ağlarının inşası fonlanmakta, teşvik edilmekte ve çoğu zaman ilgili altyapı projeleri Çin tarafından bizzat üstlenilmektedir. Çin liderlerinin projeden beklentisi, tıpkı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Marshall Planı’nın Amerika’nın etki alanını genişletip yeni fırsatlar sağlaması gibi, uzaktaki çok sayıda ülkeyle bağlantı kurup yeni küresel ekonominin iplerini elde tutabilmektir.

  Tam da bu stratejinin gereği olarak Vaşington, Kemer ve Kuşak Projesi’ni nerede olursa orada baltalamaya çalışmaktadır. Eylemler arasında müttefikleri projeden alıkoymak, Malezya ve Uganda gibi Çin’e yüksek miktarlarda borcu bulunan ve aynı zamanda denizaşırı Çinli işçiler çalıştıran ülkelerde karışıklık çıkarmak gibi maddeler bulunmaktadır.

Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Afrika’ya yönelik politikaya dair Aralık ayında yaptığı bir açıklamada “Çin rüşvet, gizli anlaşmalar ve borcun stratejik kullanımı yoluyla Afrika ülkelerini kendi emellerine bağlı kılıyor” demiş ve eklemiştir: “Yatırım girişimleri yolsuzluğa bulaşmış, ne çevre ne de etik standartlar konusunda Amerikan kalkınma programları seviyesine erişebiliyorlar.” Bolton, Trump yönetiminin Afrika için daha iyi bir kalkınma fonu önerisi geliştireceğinin sözünü verirken, böyle bir yardımın şu ana kadar gerçekleşmediğini not etmekte yarar var.

Diplomatik alandaki engelleme çabalara ilaveten, hükümet Çin’i dış dünyaya kapatmak ve stratejik seçeneklerinin sayısını azaltmak doğrultusunda yoğun bir şekilde çalışıyor. Örneğin Güney Asya’da Vaşington, Pakistan ve Hindistan arasında izlediği sıkı denge politikasını terk edip Yeni Delhi’ye desteğini artırmıştır. Hindistan, Çin’i zaptetmek adına bölgedeki inisiyatiflerinde cesaretlendirilir ve fonlanırken rakibi Pakistan ise Çin’in projelerine artan hevesinden ötürü türlü yollarla cezalandırılmaktadır.

Batı Pasifik’te Çin’i kendi ana karasında sıkıştırabilmek için Amerikan savaş gemilerinin devriyeleri artırılmış ve yerel güçlerle yeni üs anlaşmaları yapılmıştır. Mukabelen Çin markajdan kurtulma isteğiyle, Güney Çin Denizi’nde hak iddia ettiği küçük adalara ve yeni yarattığı yapay adalara üsler kurmuş, nihayetinde ise Vaşington’daki şahinler bu duruma sert tepki göstermişlerdir.

Beyaz Saray, Pekin karşısındaki kararlılığını göstermek adına bir zamanlar Amerikan Gölü olarak bilinen Pasifik’teki sözümona seyrüsefer serbestisi operasyonlarını (FRONOPs) hızlandırmıştır. Amerikan savaş gemileri düzenli olarak bahse konu ada üslerinin menzilinde seyretmekte ve Çin’e olası durumlarda yanıt vermeye hazır olduklarını bildirmektedir. Hatalı herhangi bir harekette bu olayların sıcak çatışmaya neden olabileceği de unutulmamalıdır.

Vaşington’da Çin’in bölgedeki askeri konuşlanmasının kontrolden çıkmak üzere olduğuna dair uyarılar çoktan yapılmakta. Örneğin Amerika’nın Pasifik güçlerinin komutasındaki Amiral Philip Davidson Kongre’de yaptığı konuşmada Çin’in kısa zamanda Amerika ile savaş hariç tüm senaryolarda Güney Çin Denizi’nin kontrolünü ele aldığını bildirmiştir.

 

Uzun Bir Dayanıklılık Savaşı

Amiral Davidson’un dediği gibi, süregiden bir soğuk savaşın yol açabileceği şeylerden birisi geleneksel savaştır. Böyle bir çarpışma zamanla nükleer seviyeye yükselebilir ve iki tarafın da yok olmasıyla sonuçlanabilir. Sadece konvansiyonel silahların kullanıldığı bir askeri mücadele bile, küresel ekonominin çöküşünü içeren muazzam bir hasara yol açabilir.

Sıcak çatışma içermeyen uzun erimli bir jeopolitik yıpratma savaşı bile, iki tarafın da takatini kesecek ve yıkıcı sonuçlar doğuracaktır. Ticaret savaşını örnek olarak alalım. Eğer bugünkü ticari savaşı kısa zamanda olumlu bir tavırla çözülmezse, Amerikan gümrük vergileri Çin ekonomik büyümesini ciddi biçimde frenleyecek, dünyayı bir bütün olarak zayıflatıp ABD de dahil tüm ülkeleri cezalandıracaktır. Yüksek vergiler Amerikan tüketicisi için maliyetleri artıracak ve Çin’den gelen ham madde ve parçalara bağımlı olan birçok şirketin hayatını tehlikeye sokacaktır.

Bu yeni savaş stilinin zaten çok yüksek olan savunma giderlerinin artmasına ve kaynakların eğitim, sağlık, altyapı ve çevre gibi hayati önemdeki alanlardan çekilmesine neden olacağı aşikardır. Aynı zamanda, Çin’le muhtemel bir savaşın hazırlıkları Pentagon’da bir numaralı önceliğe yükselmiş olup, bu faaliyetin gürültüsü diğer tüm çözüm seçeneklerini bastırmaktadır. Söylentilere göre çiçeği burnunda Savunma Bakanı Patrick Shanahan ilk gününde üst ekibine “Süregelen operasyonlara yoğunlaşmışken” demiş ve eklemiş: “Çin’i, Çin’i ve Çin’i unutmayın.

Belki de bu mücadelenin en büyük mağduru gezegenimiz ve onu ev bellemiş —insanlar  dahil— tüm varlıklar olacaktır. Dünyanın en büyük iki sera gazı emisyoncusu olarak ABD ve Çin, küresel ısınmayı yavaşlatmak için işbirliğine girmelidir; aksi takdirde hepimiz cehennemi andıran bir geleceğe mahkumuz. Sıcak çatışma olmasa bile, süregiden bu yeni tip savaş işbirliği şansını sıfırlıyor. Medeniyetimizi kurtarmanın tek yolu, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin barış ilan edip insanlığın selameti için birlikte çalışmasıdır.

Michael T. Klare, Hampshire Koleji’nde Barış ve Dünya Güvenliği alanında Emeritus Profesör ve Silahlanma Kontrolü Derneği’nde konuk araştırmacı olarak akademik hayatına devam etmektedir. Son kitabı Kalanlar için Yarıştır [3]. 2019’da çıkması beklenen kitabı ise Cehennem Çöküyor: İklim Değişikliği, Küresel Karmaşa ve Amerikan Ulusal Güvenliğidir [4].

 


[1] 19 Şubat 2019’da yayımlanan yazının başlığı “U.S. and China Redefining the Terms of War”dır. Elektronik bir kopyasına bağlantıyı takip ederek ulaşabilirsiniz.

[2] Kitabın asıl adı “Destined for War”.

[3] “Race for What’s Left”.

[4] “All Hell Breaking Loose: Climate Change, Global Chaos, and American National Security”.