21. Asrın Sykes-Picot’u
Prof. Dr. Mahir Nakip
Bir Nebze Tarih...
Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey 1055 yılında Bağdat’a girerken ve Alparslan Bey de 1071 Malazgirt’te zaferi kazanırken iki amaçları vardı ve bu iki amaç günümüze kadar sâridir diyebiliriz. İlki İslam’ın bayraktarlığını yapmak, ikincisi de bugün Ortadoğu dediğimiz bölgeyi de içine alacak coğrafyayı vatan edinmekti. O gün-bugün başta Avrupa olmak üzere Hıristiyan alemi hem İslam’ı Türk’le özdeşleştirmiş hem de Türk’ü bu coğrafyadan söküp atmak için her türlü entrikayı çevirmekten geri kalmamıştır. Ortadoğu coğrafyasının diğer iki unsuru olan Araplar ve Farslar için aynı şeyi düşünmediğinin sebebi bununla açıklanabilir. Osmanlı’nın zayıflaması ile bu amaç daha da tebarüz etmiştir. 1916 Sykes-Picot ve 1920 Sevr Anlaşmaları bu yazdıklarımızın birer tezahürüdür. Tahmin edilmeyen iki önemli husus emperyalistleri hayal kırıklığına uğrattı. Biri güçsüz düşmesine rağmen Türk milletinin özgür kalma iradesi, ikincisi de Mustafa Kemal ve silah arkadaşları gibi bir ekibin çıkmasıdır. Yoksa Ortadoğu’daki Türklerin âkibeti Araplarınkinden çok farklı olmayacaktı.
21. Asrın İlk Çeyreği Biterken...
Emperyalistlerin Ortadoğu’daki planları, Türkiye’yi ufalamak hariç, özellikle Arap coğrafyasında büyük ölçüde uygulandı. Ama günümüzde ise emperyalizm devam ederken, emperyalistler değişti. Artık İngiltere, Fransa ve İtalya yok, yerlerine Amerika ve Rusya var. İran’ı da son zamanlarda yayılma istidadı gösteren mahalli bir sömürgeci olarak görmek yanlış olmaz. Elbette Ortadoğu’ya bu kadar merak salmanın sebebi hâlâ petrolün ciddi bir enerji kaynağı olmasıdır. Eğer enerji kaynağı olarak petrole olan ihtiyaç, 20 Asra göre, azalmış olsaydı, belki de emperyalistler Ortadoğu’yu bu kadar hedefe koymayacaklardı. 21. Asırda Arap Baharının hem bir uyanış olmadığı ortaya çıktı, hem de bu baharın bir süre daha devam edeceği kesinleşmiştir. Dolayısıyla akıllı (veya maceraperest olmayan) ülkeler gereken tedbirleri alması ve herkesin külahını sağlam tutması gerektiği ortadadır. Mesela Mısır’da İhvan-ı Müslimin hareketine nötr duranlar bugün Mısır’la ilişkilerini sürdürürken bu ülkeyle ticaretlerini de sürdürmektedirler. Gündemdeki Suriye ve Irak Suriye’de olaylar başladığında her ne kadar Türkiye iyimser bir tahmin yaparak Esed Rejiminin kolay yıkılacağını sanmışsa da öyle olmadığı bugün belli oldu. 2011 yılından beri süren bu sancılı süreç DEAŞ ve PYD gibi Türkiye’yi tahdit eden iki kukla örgütün peydahlanmasına sebep olmuştur. ABD’nin Kuzey Irak Yerel Kürt Yönetimine verdiği önem ve destek herkesçe malumdur. Bu süreçte ABD’nin DEAŞ ile mücadele ediyor süsüyle PYD’yi desteklemesinin altında farklı emeller yattığını Türkiye erken keşfetti. İki aşamalı olan amacın ilk ayağında Kuzey Suriye’de bir uydu Kürt yönetimi oluşturmaktı; ikinci aşamada da Kuzey Irak Kürt Yerel Yönetimi ile birleştirilecekti.
21. Asrın Sykes-Picot’su olarak değerlendirebileceğimiz bu projenin üç amacı olabilir: ilki Kuzey Irak’ta ve Suriye’nin Kuzey Doğusunda üretilen petrolleri, Türkiye’ye muhtaç kalmadan Akdeniz’e akıtmak. İkincisi Türkiye’nin (Türk Dünyası ile karasal bağlantısını kesmek için Stalin zamanında Sovyetler Birliği’nin Zengezur koridorunu ihdas ederek Ermenistan’dan İran’a kadar uzattığı gibi) Arap alemi ile karasal bağlantısını koparmak ve üçüncüsü de Ortadoğu’da İsrail’e yandaş olabilecek yeni bir millet ve yeni bir devlet kurmaktır. Emperyalistler ve petrol babaları bu projeyi gerçekleştirebilseler, 20. Asırda tatbik edilemeyen Sykes-Picot ve Sevr Anlaşmalarını yürürlüğe girmiş olacaktır. Her Zehrin Bir Panzehri Var... Türkiye terörle mücadele amacıyla ve meşru bir zeminde Fırat Kalkanı Harekatını başlatarak Carablus şehrini denetimi altına aldığında dünya pek ses çıkarmamıştı. Afrin’e düzenlediği Zeytin Dalı Harekatında da takriben aynı cılız tepkiyle karşılaşmıştı. Ama Barış Pınarı Harekatını başlattığında adeta dünya ayağa kalktı. Katar ve Fas hariç, Arap Ligi’ne üye ülkeleri bile ortak bir kınama yayınladı. Bu kınamaya Filistin Devleti de dahildir. Hem ABD ile hem de Rusya ile iki anlaşma imzalandığına rağmen Türkiye’nin istekleri henüz tam yerine gelmedi. Yani emperyalistlerin klasikleşen oyalama taktikleri devam ediyor. Ancak dünya anladı ki Türkiye, istekleri yerine gelene kadar ilerleyecek ve tam güvenlik sağlanmadan da bölgeden çekilmeyecektir. Türkiye’nin doğru ve dirayetli adımlarının eksik bir ayağı var. Her ne kadar Kandil ve Sincar Dağlarındaki teröristler bombalanıyorsa da, bu hava harekatlarından bir sonuç alamamakta ve Kuzey Irak’tan Suriye’deki PKK-PYD teröristlerine lojistik desteğin ve terörist akımının önüne geçilmemektedir. Bunun arkasında da Irak Kürt Yönetiminin büyük sorumluluğu ve hoşgörüsü yatmaktadır. Ayrıca ABD hem Irak’ın Kuzeyinde hem de Suriye’de petrol bölgesi olan Deyrizzur bölgesindeki teröristlere yakın durmaktadır. Aslında Irak’ın Kuzey Batısı Musul vilayetine tâbi olup karışık bir bölgedir. Ancak ihmal edilirse ABD’nin de desteği ile Kürt nüfusu kaydırılarak PKK ve PYD bu bölgede de rahatça söz sahibi olabilir. 1990’lı yılların ortasından itibaren ısrarla üzerinde durduğumuz Ovaköy-Telafer sınır kapısı açılırsa hem terör örgütlerinin bu bölgede varlık gösterme ihtimalini azaltır hem de iktisadi olarak katıksız bir Türkmen şehri olan Telafer’e bir canlılık gelir.
Bugün Irak’la bütün ticaretimiz tek Habur sınır kapısından yürütülmektedir. Ancak ihraç edilen malların sadece %20’si Kürt bölgesinde kalmakta, gerisi Türkmen ve Arap bölgelerine akmaktadır. Buna mukabil İran’ın Irak’la ticaret hacmi takriben bizimkinin yarısı kadar olup ancak beş ayrı sınır kapısından yürütülmektedir. Türkiye, güneyinde planlanan entrikalara sadece Suriye sınırının 35 KM derinliğine askeri tedbirlerle yaklaşmamalıdır. Irak ayağı da bu şekilde devreye girmezse, alınacak tedbirler ne kalıcı ne de etkin olur.