Korona Virüs Sonrası Normalleşme ve Sosyal Hayat

Korona Virüsün Geleceği ve Kontrollü Sosyal Hayat
Prof. Dr. Suat Kolukırık: “Salgın sürecinde yeni bir sosyal sistemin ortaya çıktığı ve yeni normalleşme sürecinin içerisinde kendisini var kılacağını düşünüyorum.”
Dünyada 7 milyon insanın enfekte olduğu ve 400 bin insanın ölümüne sebep olan pandemi sürecinde kontrollü sosyal hayata geçiş yapılırken bireylerin birbirleri ile olan sosyal etkileşimlerini nasıl şekillendireceğini, gerek ev yaşantımızda gerekse iş hayatımızda sosyal dengeyi nasıl koruyacağımızı hep birlikte düşünür olduk. Akıllara takılan tüm bu soruları Vakfımız Mütevelli Heyeti Üyesi ve Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof.Dr. Suat Kolukırık hocamıza yönelttik. Açıklamalarında komplo teorilerine yer vermediğini ifade eden Suat Kolukırık, temel sorunun aslında insanların diğer insanlara ve bu çevreye bağlı olduğunu belirtti. Genç, yetişkin ve yaşlı demeden hepimizi aynı çizgiye getiren virüsün, insana yaşamın anlamını sorgulattığını vurgulayan Kolukırık ile birçoğumuzun hatıralarından silinmeyecek bu zor günlerin sosyolojik yönünü masaya yatırdık.
Konuya sizin yaşadıklarınızdan başlarsak, bir sosyolog olarak bu salgın hayatınızı nasıl etkiledi?
Salgın, deprem, savaş ve ekonomik buhran dönemleri bütün toplumu etkisi altına alan ve gündelik işleyişi değiştiren faktörlerdir. Zira olağanüstü durumlar yeni sosyal ilişki biçimleri ortaya çıkarır ve alışkanlıklarımız yeni durumla uyumlu hale dönüşürler. Bu durum tüm fertleri kapsayan ve etkileyen bir süreçtir. Bir sosyolog ve akademisyen olarak alınan tedbirler çerçevesinde uzaktan eğitim ve ev merkezli çalışma saatlerimiz arttı. Aslında sosyal bilimci bir akademisyen için evde çalışıyor olma son derece normal iken, uzaktan eğitim ve derslerin online olarak yürütülmesi oldukça yeni bir döneme karşılık geldi. Alışılagelmiş ve geleneksel okul sisteminin yerini dijital platformların almış olması bana göre yakın gelecekte de tartışılmaya devam edecek. Zira dijital ortamın eğitimci ve öğrenci açısından olumlu ve olumsuz farklı yönlerinden bahsetmek mümkün. Daha bireysel anlamda ise salgın döneminde kendime daha fazla zaman ayırdığım, daha fazla akademik çalışma ürettiğim, ailem ile daha fazla zaman geçirdiğimi de belirtmeliyim. Temel sorunsal şu ki; insan sosyal bir varlık, motivasyon kaynağı da diğer insanlar ve çevresi. Bu manada aşırı ev merkezli ya da sınırlı sosyal ilişki biçimlerinin sürdürülebilir olduğu kanısında değilim.
İnsanlık geçmişte de bir çok salgınla mücadele etmiş. Koronavirüs pandemisi de tarihsel açıdan dönüm noktası yaşatır mı?
Dünya tarihinde birçok defa salgınlar yaşandığını ve büyük insan ölümlerinin olduğunu biliyoruz. Bence buradaki en önemli husus tıbbın günümüze göre gelişmemiş olması ve yaygın sağlık hizmeti veren kurumların sınırlı kalışıdır. Bireyler açısından Covit-19’un farkındalığı artırdığını söylemek mümkün iken bir dönüm noktası olup olmayacağı genel kabule ve gelişmişlik düzeyine bağlı görünüyor. Bununla birlikte hijyen, sağlıklı yaşam, vücut direnci konusunda insanların daha fazla dikkat edeceğini söyleyebiliriz. Belki daha da önemli olan gezegenimiz ve karbon salınımı konusunda sergilenen tutum en önemli sonuçlardan birisi. Her halükarda dünyanın salgın karşısında almış olduğu ortak karar ve uygulamalar takdire şayan. Bugüne kadar bizler için olmazsa olmaz görünen pek çok yaşam pratiğimizin değiştiğini ve yeni bir yaşam biçiminin de mümkün olduğunu test etmiş olduk. Öte taraftan salgının bir dönüm noktası olup olmayacağını insanın hırslarının ve eşya ile kurmuş olduğu ilişkinin ahlaki boyutları belirleyecektir diye düşünüyorum.
Salgın, medyanın da oluşturduğu algı ile toplumda bir panik havası oluşturdu. Normalleşme sürecinde bu etkiyi toplumun üzerinden atması mümkün mü?
Normalleşme süreciyle birlikte alıştığımız yaşantıların hemen normale dönmesinin zaman alacağını peşinen kabul etmek gerekiyor. Dahası salgın sürecinde yeni bir sosyal sistemin ortaya çıktığı ve yeni normalleşme sürecinin içerisinde kendisini var kılacağını düşünüyorum. Zira dijitalleşme ve dijital platformlar üzerinden sergilenen pek çok durumun yaygınlık kazanacağını göz önüne almalıyız. Sosyolog Giddens’ın vurguladığı zaman/mekan sıkışması kavramı tam da bu durumu açıklayan bir olgu. İnsan ve eşya hareketliliğinin yeni bir formu olan yeni koşullar dijital ortamlarda rahatlıkla çözülür hale geldi. Diğer boyutuyla insanların üretim ve tüketim ilişkilerinde mutlaka salgın dönemine ilişkin çekinceler yaşanacaktır. Kalabalıklara katılma, toplu organizasyonlar ve hizmet sektörü içerisinde yer alma davranışı olumsuz anlamda etkilenmeye devam edecek ve daha temkinli bir tavır alınacaktır.
Normalleşme sürecinde olduğumuzu bu günlerde ikinci dalga ihtimali de konuşuluyor, buna nasıl bir açıklık getirirsiniz?
Komplo yaklaşımları üzerinde yorumlar yapmayı doğru bulmam. Virüsün nasıl ortaya çıktığı ya da salgın sürecinden kimlerin kazançlı çıkacağına ilişkin varsayımlar sadece bir yorumdan ibaret. Bu manada salgında ikinci dalganın yaşanıp yaşanmayacağı tamamen bizlere ve insanlığa bağlı bir durum. Bir panik havasından ziyade dikkatli olmayı öngörmek ve hazırlıklı olmak daha sürdürülebilir görünüyor. 7.5 milyar nüfusu aşmış dünyamıza ilişkin yeni tehdit ve salgın alanlarının sürekli olacağını hesap etmek durumundayız. Ayrıca dijital kültür, biyoteknoloji, gözetim toplumu, mahremiyet, dijital iz, dataizm, kripto para ve ekonomilerin etkisini her geçen gün daha fazla hissedeceğiz.
"Kontrollü sosyal hayat" tarzını birde sizin ağzınızdan dinleyelim.
Yaşam tarzı seçimlerimizin bir çevre ve sağlık maliyetinin olduğunu biliyoruz. Salgın döneminde özellikle hizmetler sektöründe bir daralma ve resesyon riskiyle karşı karşıya kalmış olsak da, ilerleyen dönemlerde bu olumsuzlukların ortadan kalkacağı beklentisindeyim. Özellikle kontrollü sosyal hayatın insanlığın lehine daha fazla katkı sunacağını düşünüyorum. Daha sade bir yaşamın insanlığın içinde bulunduğu kentleşme, fazla tüketim ve hızlı yaşamın sorgulanmasını beraberinde getirdiğini dikkate almalıyız. Tercihlerimizin değiştiğini görmek gerekiyor. Nitekim doğa, ekonomi ve insan sağlığının birbiriyle bağlantılı olduğu konusunda artan bir bilinçlilik söz konusu.
Salgın sonrasında insanlar arası işbirliği ve dayanışma artar mı?
Bence yaşanılanları bir kriz olarak tanımlamak doğru değil. Dijitalleşme ya da teknolojik çağ olarak adlandırılan günümüz dünyasında yaşam pratiklerimiz, alışkanlıklarımız ve iş yapma biçimlerimiz her geçen gün kabuk değiştirmeye devam ediyor. Dolayısıyla işbirliği ve dayanışma ağlarımız da değişiyor. Küresel ölçekte işbirliği ve dayanışma örnekleri sergileniyor. Örneğin bunlardan bir tanesi Türkiye’nin bazı ülkelere yapmış olduğu tıbbi yardımlar. Uluslararası işbirliği olmadan içinde yaşadığımız dünyanın mümkün olmadığını gördük. Bireysel manada ise yoğun bakımda yatan hastalara Covid/19 immun plazma bağışı konusundaki yaklaşımlar oldukça umut verici. Yine pek çok ülkenin özellikle ekonomik anlamda sağladığı destekler ve ucuz krediler işbirliği ve dayanışma düzeyinin yüksekliği konusunda oldukça iyimser olmamızı sağlıyor.
COVID-19’un toplumsal ilişkiler üzerindeki olası olumsuz etkilerini gördük. Zaman zaman da yaşadık. Peki ya olumlu etki ihtimali yok mu?
Gerçekte salgın ile birlikte dünyanın neresinde olduğumuzdan ziyade, neyin nasıl yapıldığı önem kazandı ve hayatımızın her alanına sızan ve sıradanlaşarak görünmez hale gelen dijitalleşmenin toplumsal yaşantımız üzerindeki etkilerini daha anlaşılabilir kıldık. Daha da önemlisi çevre ve doğa konusunda olumlu etkilerini hep birlikte yaşadık. Sosyal ilişkilerimiz açısından ise virüsün hepimizi eşitlediğini dünüşüyorum. Genç, yetişkin ve yaşlı demeden hepimizi aynı çizgiye getiren bir virüsle karşılaştık. Pek çok insanın kendisine yöneldiği ve yaşamın anlamını sorguladığını da hesaba katmak gerekiyor. Sürekli para kazanma ve statü elde etmeye dayalı ekonomik modelin anlamsızlığı belirginleşti ve evi yeniden keşfettiğimizi söyleyebiliriz. Ailemizle ve sevdiklerimizle daha fazla zaman geçirmek, dinlenmek ve konutlarımızı otel ve lokanta hizmetinin dışına çıkarmış olmak olumlu yönlerden bazıları. Bireysellik ve kolektifliğin içiçe geçmiş olduğu bu yeni dönem, uluslararası sorunlar karşısında işbirliğini güçlü biçimde gündemde tutabilir. Zira yeryüzünün insanların “ortak evi” olduğu ve ortak çözüm ihtiyacının meşruluğu kendisini kanıtlamış oldu.