18.05.2020 17:36 AYŞENUR KIRILMAZ A- A+

Kadın Liderlerin Pandemiyle Mücadeledeki Başarısı: Empatik Liderlik Anlayışı

Kadın Liderlerin Pandemiyle Mücadeledeki Başarısı: Empatik Liderlik Anlayışı

Kadın Liderlerin Pandemiyle Mücadeledeki Başarısı: Empatik Liderlik Anlayışı

Uluslararası İlişkiler çalışmalarında devletlerin kapasiteleri değerlendirilirken güçlü ekonomiye sahip olma, diplomasiyi etkin kullanma, eğitim sektöründe başarılı olma ve belirli bir askeri kapasiteye ulaşma gibi unsurlar göz önünde bulundurulmaktadır. Son günlerde bu kategorizasyona, “Covid 19’la mücadelede başarılı olan ülkeler” şeklinde yeni bir başlığın daha eklendiği söylenebilir. Zira Soğuk Savaş, sıcak çatışmalar ve nükleer gerginlikler gibi birçok süreçten geçen dünya, mevcut mücadelesini gücünü henüz tam olarak tanımlayamadığı belirsiz bir ötekiyle sürdürmektedir. Üstelik bu süreç, küresel siyasetin eril Machiavellist devlet lideri tahakkümünü de derinden sarsmaktadır. Çünkü yeni mücadele sahasında, çıkarları için korku, şiddet ve yalanı başat argüman olarak kullanan “Prensler”in karizmasını güven, empati ve bilimli önemseyen liderler alıyor.

Yukarıdaki tespitten hareketle “Kim bu başarılı liderler?” sorusunu dile getirdiğimizde ise Tayvan Lideri Tsai Ing-wen, Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Finlandiya Başbakanı Sanna Marin, İzlanda Başbakanı Katrin Jakobsdottir, Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen ve Norveç Başbakanı Erna Solberg’in isimlerini saymak mümkündür. Bu liderlerin pandemi sürecindeki ortak özelliklerini ifade etmek gerekirse, her birinin sürecin ehemmiyetini ortaya koyan hayati adımlar attıkları söylenebilir. Burada vurgulanması gereken en önemli husus ise başarılı ve başarısız devletlerin mücadele etme ya da etmeme yöntemlerine ilişkin göstermiş oldukları liderlik kimlikleridir.

Virüsün ilk olarak Çin’de ortaya çıktığı ve buradan dünyaya yayıldığı göz önünde bulundurulduğunda, krizden en çok etkilenen ülkelerin de Çin’e sınırdaş ya da  yakın ülkeler olması beklenmiştir. Bu anlamda Tayvan da Çin’e en yakın olan ülkelerden biridir. Fakat Tayvan, Çin’e olan coğrafi yakınlığına rağmen virüsten korunma konusunda büyük bir başarı göstermiştir. Tayvan Lideri Ing-wen’in bu süreçteki en mühim hamlesi ise Mart ayı başlamadan sınırları kapatmak ve diğer başarılı liderlerde de görülen kilitleme stratejisini uygulamak olmuştur. Nitekim 24 milyona yaklaşan ülke nüfusunda sadece 470 kişinin enfekte olmasının büyük bir başarı olduğu aşikardır.

Virüsle mücadelede gerek ülkesi gerekse de dünya medyası tarafından başarılı addedilen bir diğer isim de Yeni Zelanda Başbakanı Ardern’dir. Ülkeye giren herkese “öz izolasyon” adı altında uygulanan sıkı tedbirler, kilitlenme stratejisi ve sınırların kriz çıktığı anda kapatılması, Ardern’in bu krizdeki net adımlarıyla gerçekleşmiştir. İçinde bulunduğumuz günlerde, ülke normale dönmeye başlamışken; bu kriz esnasında halkın lidere olan güveni de yüzde 80 artmıştır.[1] Bunun sebebi pandemi öncesinde uygulanan şeffaf politikaların salgın sürecinde de bilimsellik ve rasyonaliteyi esas alan yaklaşımla devam etmesidir. Örneğin Ardern, insanlara yaptığı “Fiziksel izolasyon” çağrısını, kalabalık toplantılarda ya da kamusal alanda değil; Facebook Live üzerinden evindeki kanepesinden gerçekleştirmiştir. Bu da tedbirlere kendisinin de uyduğu yönünde bir algı oluşturmuştur.

İzlanda, Danimarka, Finlandiya ve Norveç gibi İskandinav ülkeleri de Avrupa’nın virüse karşı nakavt oluşunun dışında kalmıştır. Özellikle de İzlanda, başarılı bir örnek teşkil etmektedir. Mevzubahis süreçte İzlanda Başbakanı Katrin Jakobsdottir, neredeyse ülkedeki herkese ücretsiz olarak virüs testi yaptırmıştır. Yaklaşık 400.000 nüfusa sahip olan İzlanda’daki herkesin devlet destekli bir sağlık kontrolü süreci yaşaması ise vakaların en alt seviyelerde seyretmesini sağlamıştır. Ülkedeki insanların testlerinin tamamlanması, aslında hayatın normal seyrinde akmasını engelleyecek bir durum olmadığını da birkaç hafta içinde gözler önüne sermiştir. Bu da İzlanda’nın eğitim başta olmak üzere birçok alanda duraksama yaşanmadan hayatı devam ettirmesini kolaylaştırmıştır.

Finlandiya Başbakanı Marin ise bu süreçte kendisinin en büyük destekçilerinden olan Angela Merkel’i ilham kaynağı olarak seçmiştir. Hem Merkel’in hem de Covid19’la mücadelenin temel başarı taktiklerinden “Kilitlenme Stratejisi”, ülkedeki vaka sayısının en az oranlarda kalmasını sağlamıştır. Burada kilitlenme stratejisini açmak gerekirse, liderlerin pandemiye karşı attıkları ilk adımın vatandaşın sağlığından yana olduğu; yani ekonominin durması, turizmin kilitlenmesi ve benzeri kaygıların bir kenara itilerek halkın sağlığının öncelendiği ifade edilebilir. Marin, kilitlenme stratejisinin önemini vurgulamak için kendi evinden sosyal medya paylaşımları yaparak markete dahi gidilmeyen “evdeki konservelerle geçirilen günler” şeklinde bir söylemi etkin bir şekilde kullanmıştır.

Tüm bunlara ek olarak önce Danimarka Başbakanı Frederiksen’in uyguladığı ve daha sonra da Norveç Başbakanı Solberg’in ilham aldığı belki de bu süreçte dünyada atılan en marjinal adımlardan biri de ebeveynlere yasak olan ve sadece çocuklarla yürütülen basın toplantılarıdır. Frederiksen ve Solberg, bu toplantılarda çocukların sorularına yer verip; oluşan korkuya ilişkin konuşmalar yapmış ve pandeminin fiziksel varlığının ötesinde psikolojik ve sosyolojik boyutlarını da önemsediklerini göstermiştir.

Sürecin rol model liderlerinden biri olarak kabul edilen ve “Ciddi, bu yüzden ciddiye al” gibi bir söylemle mücadeleye başlayan Merkel, Almanya’daki 4. liderlik döneminde yaşadığı pandemi sürecinde alınan kararları, hayatında aldığı en zor kararlar olarak nitelendirmiştir. Bu zorluklara rağmen Almanya Şansölyesi, uzun yıllar boyunca edindiği tecrübe ve fizik alanında almış olduğu doktora ihtisası sayesinde süreci, aklı öne çıkaran bir soğukkanlılıkla yürütmeyi başarmıştır. Kapsamlı testler, gelişmiş yoğun bakım sistemleri ve bürokrasi ile bilim insanları/kurulları arasındaki eşgüdümlü çalışma, ülkedeki enfekte sayısına nazaran ölüm oranlarının son derece düşük seviyelerde kalmasını sağlamıştır. Bu nedenle de süreç içerisinde Alman kamuoyunun Merkel’e olan güveni yüzde 70 artmıştır.[2]

Bu ülkelerin diğer “dünya ülkeleri”yle kıyaslandığında sağlığı önceleyen politikalarından biri de “Kişisel Koruyucu Ekipmanların” sağlanması konusunda bonkör davranmalarıdır. Buna karşılık eril siyasi figürler tarafından yönetilen ABD ve İngiltere’nin söz konusu ekipmanları sağlamakta oldukça yetersiz kaldığı da görülmektedir. Bu yüzden de normal şartlarda isimleri her gün medya ve haberlerde defalarca geçen “dünya liderlerinin” neredeyse hiçbiri, salgın sürecindeki başarılı liderlerden bahsedildiğinde gündeme gelmemektedir. Buna karşılık başarılı örneklere bakıldığında, bahsi geçen isimlerin neredeyse tamamının kadın olması dikkat çekicidir. Elbette erkek liderlerin yönettiği Türkiye gibi gerek ölüm oranlarının düşüklüğü ve gerekse de ücretsiz koruyucu madde dağıtımı uygulamalarıyla başarılı süreç yönetimi yürüten ülkeler de vardır. Ancak başarılı örneklerin belirgin çoğunluğunu kadın liderlerin teşkil ettiği de açıktır. Üstelik kadın ve erkek liderlik sayısının homojen olarak dağılmadığı da somut bir gerçekliktir. Bu yüzden de insan sağlığını önceleyen kadın liderlerin başarısının göz ardı edilmemesi ve bu başarının nedenlerinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Burada kadınların güçlü olmak, kararlı olmak ve romantik olmak gibi özellikleri birbiriyle çatışan unsurlar olarak değil de birbirini tamamlayıcı özellikler olarak kullanılması etkili olmaktadır. Ayrıca halklar nezdinde kadın liderlere olan güven duygusunun aşırı gelişmiş olması da vatandaşların liderliğin uygulamalarına uyum sağlamasını kolaylaştırmaktadır. Bu noktada toplumsal cinsiyetin doruk noktası olan politikadaki eril tahakkümü kırıp tüm erkek adayları eleyerek lider olabilmiş bir kadının krizle mücadelede güvenilir bir figür olarak algılandığının altı çizilmelidir.

Analizde incelenen yedi örnek ülkenin başarısında, sanılanın aksine kadın liderlerin anaç ya da maskülist dayatmalara boyun eğen siyaset üretmesinden ziyade; bilimsel ve empatik düşünebilme yeteneğini öne çıkaran karakterleri etkili olmuştur. Bu liderler, süreç içerisinde bilim ve liderliğin birlikte yürütülmesinin altını çizmişlerdir.

Kadın liderlerin sağduyulu politikalarına karşılık Donald Trump, Narendra Modi, Boris Johnson, Vladimir Putin ve Binyamin Netanyahu gibi erkek liderlerin bir kısmı ise Covid 19 salgınını otoriterizmin korkutucu argümanlarını hızlandırmak için kullanma yoluna gitmişleridr. Bu da başarısızlığın otoriterleşmeyi getirdiğini; başarının temelinde ise yeni bir liderlik biçimi olarak empatik liderlik anlayışının etkili olduğunu ortaya koymaktadır.

 

[1] “Are female leaders more successful at managing the coronavirus crisis?” The Guardian, https://www.theguardian.com/world/2020/apr/25/why-do-female-leaders-seem-to-be-more-successful-at-managing-the-coronavirus-crisis?CMP=share_btn_tw

[2] “What Do Countries with the Best Coronavirus Responses Have in Common? Women Leaders” Forbes, https://www.forbes.com/sites/avivahwittenbergcox/2020/04/13/what-do-countries-with-the-best-coronavirus-reponses-have-in-common-women-leaders/#663958b83dec