Tarım Ürünleri Ticaretinin Yeni Gündemi: Gıda Güvenilirliği
Tarımsal üretim, ülkeler için her daim stratejik bir alan olagelmiştir. Bir ülkenin tarım alanında kendi kendine yeterliliği, o ülkenin gücü ile doğrudan ilgili bir konudur. Gıda tedarikinde kendine yeterlilik, bu gücün temel unsurlarından bir tanesidir.
Türkiye, tarım ürünlerinde net ihracatçı ülkeler arasında yer almakta olup, bu kapsamda tarımsal üretimde kendine yeterli olarak addedilen ülkelerden birisidir. Ülkemizin 2017 yılı tarım ürünleri ihracatı, TÜİK verilerine göre 16,9 milyar Dolar, tarımsal ithalatı ise 12,6 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin bir tarım ülkesi olduğu gerçeği, tarımsal üretim ve tarım ürünlerinin ticareti konularını ülkemiz için stratejik bir konu haline getirmektedir.
Bununla beraber, ülkemizin tarımsal üretim alanının son on yılda giderek azalan bir seyir izlediği de bir gerçektir. TÜİK verilerine göre 2007 yılında Türkiye’nin tarımsal üretim alanı 248,8 milyon Dekar iken, 2018 yılında bu alanın miktarı %6’lık azalma ile 233,8 milyon dekar’a düşmüştür. Dolayısıyla, tarım alanlarının daralması konusunun ülkemizin gelecekteki tarım üretimi vizyonu açısından da önemli olduğu değerlendirilmektedir.
Dünyada tarım ürünlerinin ticaretine ilişkin konularda iki temel kavramın öne çıktığını görüyoruz. Bunlardan birincisi, bireylerin gıdaya erişiminin sağlanması için gerekli imkânların yaratılmasını ifade eden Gıda Güvenilirliği (Food Security), ikincisi, gıdaların hazırlanması, depolanması, gıdaya bağlı hastalıkların önlenmesi, bakımı gibi konuları içeren bilimsel bir disiplin olan Gıda Güvenliğidir (Food Safety).
Söz konusu hususlar, her ne kadar temel halk sağlığı konuları gibi görünse de, küresel ticaretin yükselen gündem konuları olarak da ortaya çıkmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü çerçevesinde Sağlık ve Bitki Sağlığı Anlaşması’na (SPS) ilişkin komite toplantılarının en önemli gündem konuları, gıda güvenliğine ilişkin alınan önlemlerin ticaret üzerindeki etkisinin azaltılması ile ülkelerin bu konudaki politika ve uygulamalarının birbirlerine yönelik etkilerinin tartışılması üzerine kuruludur. Bu tartışmalarda, dünyanın en önde gelen tarım üreticisi blokların, gelişmekte olan ülkelerin aleyhine olacak şekilde gıdalarda sağlık ve bitki sağlığı önlemleri ile kaliteye ilişkin standartları etkin bir şekilde kullandığı göze çarpmaktadır. Bu kapsamda, özellikle Amerika gibi tarım alanında kendi üreticisine yüklü miktarlarda destekler veren ülkeler, kendi üretmekte oldukları ürünlere ilişkin mevcut standart ve sağlık gereklerini, yerli ya da yersiz bir şekilde diğer üretici ülkelere dayatmakta, bu sayede hem ticaret dengesine hem de kendi ihracat potansiyeline önemli katkılar gerçekleştirmektedir.
Öte yandan, özellikle Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine yönelik yürütülen çalışmalarda, Gıda Güvenilirliği konusunun ön plana çıktığı görülmektedir. Bu çerçevede, özellikle gıda atıklarının miktarının azaltılması ve israfın önlenmesine yönelik yürütülen çalışmalar, aynı zamanda ticaret yaratıcı ya da ticareti bozucu etkiye yol açma potansiyelini de taşımaktadır. Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu’na sunulan bir rapora göre her yıl tüm dünyada 1,6 milyar ton gıdanın atık haline gelmekte ve bunun parasal değeri 1,2 trilyon Dolar’ı aşmaktadır. 2030 yılına kadar gıda israfı miktarının 2,1 milyar ton ve 1,5 trilyon Dolar’a ulaşması beklenmektedir. Rapora göre, dünyada 870 milyon insan gıda israfı nedeniyle açlık çekmektedir. Gıda israfı ayrıca küresel ısınmaya da katkı sağlamakta ve küresel ısınmanın en önemli sebebi olan sera gazı etkisine olan katkısının da %8 olduğu hesaplanmaktadır. Başta Avrupa devletleri olmak üzere gelişmiş ülkeler, gıda israfının önlenmesine yönelik projeler geliştirmektedir.
Gıda israfının en yoğun olduğu bölgelerin, beklentilerin aksine, gelişmekte olan ülkeler olduğu dikkat çekmektedir. Ülkelerin gelir düzeyi azaldıkça israf edilen gıda miktarının artması, bir çelişki gibi görünse de esasen eğitim düzeyinin gelir ile orantısı ele alındığında bu sonuç çok da şaşırtıcı görünmemelidir. Rapora göre 2030 yılına kadar 2,1 milyar ton ile gıda israfına en fazla katkı sağlaması beklenen bölge 625 milyon ton ile Asya ülkeleri olacaktır. Değerler zinciri içinde hacim olarak en fazla gıda israfı tüketim aşamasında, özellikle de ev tüketiminde yaşanmaktadır. Öte yandan, bu alanda yapılacak 1 Dolarlık yatırımın 14 Dolar’lık tasarruf sağlayabildiği de hesaplanmaktadır.
Dünyanın en büyük gıda ithalatçısı esasen gelişmiş ülkeler olduğu halde, gıda israfının en çok neden gelişmekte olan, ya da aslında doğru tabirle, az gelişmiş ülkelerde yaşandığı konusu, üzerinde durulması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünya tarımsal ürünler ticaretine bakıldığında, en büyük tarım ithalatçısı ülkeler sırasıyla, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Almanya, Japonya, Hollanda, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya’dır. Bu ülkelerden Amerika’nın en çok ithalat yaptığı ülkeler, Kanada ile beraber Güneydoğu Asya ülkeleri olarak görünmektedir (Trademap, 2017 verileri).
Dünyada en çok tarım ihracatı yapan ülkelere baktığımızda da yine Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Bunu Hollanda, Almanya, Brezilya, Çin, Fransa, İspanya, Kanada, İtalya, Belçika takip etmektedir.
Bu noktada, Avrupa Birliği ülkelerinin ve Amerika’nın gıda ürünlerinde uyguladığı teknik düzenleme ve standartlar ile sağlık ve bitki sağlığı koşulları öne çıkan konular olmaktadır. Sağlık ve bitki sağlığı önlemleri, objektif şartlar altında tartışılmayacak meşru kurallar gibi görünmekle beraber, SPS anlaşmasında da belirtildiği üzere, bu gerekliliklerin ticareti önleyici amaçla kullanılmaması hususuna ayrıca yer verilmiş olduğu da dikkat çekmektedir. Zira, bahse konu gelişmiş ülkeler, aynı zamanda dünyanın en büyük tarımsal üretim merkezleri olarak öne çıkmaktadır. Bu aktörler, tarım üretiminde rakipsiz olup, gelişmekte olan ülkelerin bu rakamlara ulaşması mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, söz konusu aktörlerin davranışlarının, SPS anlaşmasının ruhunda belirtilen, ticaretin önünde engel yaratılmaması düsturuna ne derecede uygun olduğu su götürür bir durumdadır.
Bu çerçevede, kendi gelişmiş üretim kapasitelerini ve bunun sağlayacağı güvenlik koşullarını, orantısız bir şekilde kullanarak daha geride kalan ülkelere dayatmalarının bir sonucu, diğer ülkelerin tarım ürünleri ticaretinde geride kalması olmaktadır. Hâlihazırda tarım tavizleri konusu, Dünya Ticaret Örgütü sisteminin tıkanmasında en önemli rolü oynamaktadır. Son müzakere turunun temelini de bu konudaki tartışmalar oluşturmuştur.
Gelişmiş ülkeler, özellikle gıda ürünleri ithalatında katı ticari kalite standartlarına sahiptir. Bu standartlar, SPS kuralları olarak ifade edilen, bitki ve hayvan sağlığı gerekliliklerinin yanında ihracatçı ülkelere ayrıca bir takım yükümlülükler yükleyen kurallar olarak ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerin bu kalite gerekliliklerini kullanarak bir taraftan kendi tüketicilerini güvenilir ve kaliteli gıdaya ulaşma amacını gerçekleştirirken, diğer taraftan, bu gereklilikleri sağlayamayan aktörlerin piyasadan çekilmesi, bu sayede kendi üreticilerini de desteklemesi sonucuna ulaştığı görülmektedir.
İnsanların en temel ihtiyacı olan gıdaya erişimin sürdürülebilir olması, dünya ticaretinin olduğu kadar insan varlığının da olmazsa olmaz koşuludur. Bu nedenle, piyasa koşulları ne olursa olsun, tarım üretiminin daimi kılınması, gıda israfının önlenmesi ve gıda güvenilirliğinin esas konu olarak değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Tarım konusunun yalnızca bir ticaret sorunu olarak ele alınmayarak, bir ulusal güvenlik meselesi olarak değerlendirilmesi hayati öneme sahiptir. Her ne kadar büyük aktörlerin ticari yönelimleri, gelişmekte olan ülkelerin üretimlerini kârsız hale getiriyor olsa da, tarımın ve gıda üretiminin ülkelerin varlık ve kalkınmasının temel itici gücü olduğu gerçeği, tarım politikalarının temel kabulü olmalıdır.