31.12.2018 13:52 A. Çağatay Telli A- A+

Kaotik Bir Dünyada Düşünce Kuruluşlarına Yatırım Yapmak Neden Önemlidir?

Kaotik Bir Dünyada Düşünce Kuruluşlarına Yatırım Yapmak Neden Önemlidir?

Düşünce kuruluşları, kamu politikasının araştırma, analiz ve operasyonuna odaklanan kurumlardır. Akademik ve reel dünya arasında bir köprü vazifesi gören bu kuruluşlar, faaliyetleriyle bilgiye dayalı kamu politikasının üretimi, yaygınlaştırılması ve icrasını hedeflemektedirler. Düşünce kuruluşları, siyasi partiler, iktidarlar, çıkar grupları ile özel şirket ve sermaye gruplarıyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili olabileceği gibi tamamen bağımsız kurum ve kuruluşlar olarak da çalışabilirler.

Düşünce kuruluşlarının muhtelif idari yapılarda ve yasama organlarında aşina olduğumuz araştırma komisyonlarından farkı politika araştırma, analiz ve danışmanlık faaliyetlerini kurumsal olarak örgütleyerek faaliyet göstermeleridir. O veya bu şekilde düşünce kuruluşlarının tüzel bir kişiliğe sahip olmalarını ve kurumsal bir hüviyet göstermelerini bekliyoruz.

İlaveten, düşünce kuruluşlarının hususiyeti ilgilendikleri bilgi türüyle de ilgilidir. Akademik araştırmalar ile politika araştırmaları birbirlerinden oldukça farklı içerik ve yetenekler gerektiren alanlardır. Akademik araştırma faaliyetleri örneğin sosyal bir disiplinde olguların ve fenomenlerin bilimsel yöntemlerle açıklanmasına ve nedensel modeller geliştirilmesine yöneliyor. Böylelikle Ne ve Neden sorularına cevaplar bulmaya çalışıyor. Düşünce kuruluşları içinse önemli olan bu bilimsel çerçevelerden, soyut modellerden ziyade olguların Nasıl etkilenebileceğidir.  Dolayısıyla düşünce kuruluşları tam da pratiğin ve teorinin kesişim alanındaki nadide, oldukça kıymetli ve zor elde edilebilen bilgi türüyle alakalılar.

Bilgi üretimini tamamen pratik olgulara ve gerçek problemlere odaklayarak gerçekleştirmeleri ve kamu politikasının gerek kalite ve gerekse seviyesiyle yakından ilişkili olmaları hasebiyle, entelektüel sermaye birikiminin önemli bir parçası olarak düşünce kuruluşları; bir devletin yumuşak güç unsurları arasında mütalaa edilegeldiler. Bu sebeple gerek uluslararası ilişkilerde gerekse ülke düzeyi politikaların tanımlanması ve kavranmasında düşünce kuruluşları ekosistemi son yıllarda başlı başına bir araştırma konusu haline geldi.

2017 yılı başında, Pensilvanya Üniversitesi Küresel Düşünce Kuruluşları Değerlendirme Raporunun 11.sini yayımladı. Küresel çapta 7.815 düşünce kuruluşunun kayıtlı olduğu bir veritabanı oluşturan Üniversite, geliştirdiği kriterler ekseninde düşünce kuruluşlarının performansını değerlendirmeyi ve geleceklerine ilişkin öngörülerde bulunmayı hedefliyor.

Raporun son değerlendirmesinde, ilk ona giren araştırma enstitüleri ve düşünce kuruluşları şunlar:

  1. Brookings Enstitüsü
  2. Chatham House
  3. Fransız Uluslar Arası İlişkiler Enstitüsü
  4. Uluslar Arası ve Stratejik Çalışmalar Merkezi (CSIS)
  5. Carnegie Uluslar Arası Barış Vakfı
  6. Bruegel
  7. RAND Corporation
  8. Wilson Merkezi
  9. Getulio Vargas Vakfı (FGV)
  10. Uluslar Arası İlişkiler Konseyi (CFR)

Raporun Editörü James McGann’a göre her ne kadar önde gelen bu ilk on düşünce kuruluşu 2016 yılındaki sıralamayı korumayı başarsalar da, genel olarak düşünce kuruluşları için geleceğin belirsiz olduğu bir döneme girildi. 2016 yılında Brexit ve Amerikan seçimleri gibi başlıca sarsıcı tektonik kırılmalar ve teknolojinin yaratıcı yıkım dalgaları, geleceği ve politika tasarım düzlemini müthiş derecede zorlu bir sahaya dönüştürdü. Eğer artan kaos ortamı içerisindeki müşterilerine sağlıklı ve anlamlı cevaplar üretemezlerse, düşünce kuruluşları küresel çapta bir varoluş problemiyle karşı karşıya kalabilirler.

Washington Post gazetesinin önde gelen yazarlarından Josh Rogin de James McGann’la benzer görüşleri paylaşıyor. Rogin’e göre özellikle Amerikan rüyasının topraklarında düşünce kuruluşlarının geleceği belirsizliğini koruyor. Trump Yönetiminin bilinçli bir şekilde Amerikan ulusal düşünce kuruluşlarını hükümet kadroları dışında bırakması ve bu kuruluşların rollerini alt seviyelere indirmesi, bir yandan Amerikan kamu politikasının genel kalitesini olumsuz etkilerken diğer yandan düşünce kuruluşları için de karamsar bir gelecek yarattı. Amerikan düşünce kuruluşları, 1.872 sayısı ile küresel sektörün yüzde 25’ini teşkil ediyor, bu durumda düşünce kuruluşlarının küresel düzlemde de geleceği tartışmalı hale gelecek demektir.

Bununla beraber özellikle Çin’in Başkan Xi Jinping’in ifadesiyle “Çin tarz ve karakterini yansıtan yeni tip düşünce kuruluşlarını kurmak ve desteklemek” konusunda yaptığı atak kayda değer. Çin, devletin idari tarzını ve yönetim biçimini modernleştirmek istiyor. Bunun için de düşünce kuruluşları endüstrisinin gelişimini başat faktör ve öncelikli politika alanı olarak tanımlıyor. Mevcut durumda Çin düşünce kuruluşları Birleşik Devletlerden sonra ikinci en büyük entelektüel sermaye birikimini oluşturuyor. Pensilvanya Üniversitesi veri tabanına 512 kuruluş kayıtlı, bu oldukça ciddi bir rakam.

Çin bu seviyeye gelebilmek için 2014 yılından bu yana ter döküyor. Bu hamlelerin en önemli olanlarından birisi, Aralık 2014’te Çin Sosyal Bilimler Akademisinin düşünce kuruluşlarını kalite ve kantite yönünden geliştirmek için genel bir izleme ve değerlendirme sistemi oluşturmasıdır. İzleme ve değerlendirme sistemini yürütmek üzere özel bir merkez oluşturuldu. Bu merkez 2015 yılında Çin düşünce kuruluşlarını notlamaya tabi tuttu ve küresel bir perspektife oturtarak atılması gereken adımları belirledi.

Buna göre Çin devletinin düşünce kuruluşları endüstrisini daha yukarıya taşımak için çözmesi gereken üç temel problem alanı var:

  1. Bağımsızlık. Buradan kasıt hem mali hem düşünce yönünden bağımsızlık. Rapora göre gerçek bir bağımsızlığa ulaşmak hiç kolay değil. Ancak etkin ve etkili bir düşünce kuruluşu tipolojisinde bağımsızlık temel bir özellik olarak algılanıyor. Bağımsızlık kavramına Çin tarzı bir özellik kazandırılması öneriliyor, akılcı, rasyonel, eleştirmek için eleştirmeyen, gerçekten akılcı bir bakış açısı ve ürün perspektifi yakalanması. Bu yolla Partinin tek bakış açısının zehrinden düşünce kuruluşlarının ise Partiye entegre olmanın çürütücülüğünden uzak kalacağı hesaplanıyor.
  2. Çeşitlilik. Bağımsızlıkla çok yakından ilişkili bir konu olarak her şeyden önce düşünce kuruluşlarının çeşitliliğinin sağlanması hedefleniyor. Bu yaklaşıma göre finansman, örgütlenme, ilişkili bulunan sektörler bakımından düşünce kuruluşlarının geniş bir spektrum içinde dağılması gerekiyor. Ve yine uzmanlık alanları bakımından da düşünce kuruluşlarının geniş bir yay oluşturması hedefleniyor.
  3. Üçüncü meydan okuma kamuoyunu yönlendirme yeteneği. Düşünce kuruluşlarının gerçekten etkili olabilmeleri için tematik alanlarda, siyasi duruşlarda ve normatif konularda araştırma ve politika sistemini yönlendirmek suretiyle gündemi belirleyebilme gücünü ellerinde tutmaları gerekiyor. Çin burada iki örneği küresel ortama zaten taşıdı bile: Kemer ve Kuşak Projesi ve Asya Kalkınma Bankası. Bu kavramlar bir fikir olarak tamamen Çin'in kendi entelektüel sisteminden doğdular ve şimdi gerçek hayatın damarlarında dolaşıyorlar. 

Bu araştırma gösteriyor ki Çin düşünce kuruluşlarının gerçekten etkin ve etkili bir hale gelebilmeleri için daha kat etmeleri gereken uzun bir mesafe var. Bu sebeple, düşünce kuruluşlarının topyekûn bir reforma tabi tutulmaları ve bunun başkanlık düzeyinde takip edilen birincil öncelikli bir politika olarak tanımlanmasının altını çizmek gerekir. Çin'in bu çabaları pek çok ülke için ilham vericidir. Ancak özellikle Türkiye’nin ilhamla yetinmemesi gerekiyor.

Pensilvanya Üniversitesi'nin son raporuna göre Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) sıralamaya 77. olarak girdi. Liberal Düşünce Topluluğu ise 88. sırada. Türkiye’nin veritabanına kayıtlı 46 düşünce kuruluşu var. İran 64, Irak ise 30 düşünce kuruluşuyla temsil ediliyor. İsrail’in 67, Filistin’in 34 kuruluşu kayıtlı. Bulgaristan’ın 41 düşünce kuruluşu bulunuyor. Elbette ki kuruluş sayıları tek başına yeterli bir faktör değil ancak bu rakamlar Türkiye açısından cılız bir varlığa işaret ediyor. Türkiye’nin entelektüel sermaye tabakası çok ince. Üstelik ufukta ekonomide, sosyal alanda ve politikada devrimsel nitelikte yeni değişim dalgaları bekliyoruz. Sanayi 4.0’ın hiç de tatlı olmayan bir yüzü olduğunu biliyoruz: Bu teknolojilerin momentumu ve hızı, pek çok geleneksel sektörün mezarını kazmaya, niteliksiz emek stoğunu tarih dışına itmeye ve kapitalist sistem içerisindeki temel çelişkileri daha da artırmaya namzet görünüyor. Türkiye’nin bu yeni teknolojik dönüşüm dalgasını yakalayabilme yeteneği, siyasi ve jeopolitik patlamaların arasında bir istikrar adası olarak var olabilme gücü, düşünce kuruluşları sektörüyle çok yakından ilişkilidir.

Türkiye’nin düşünce kuruluşları sektörünü daha da derinleştirip geliştirmek için atılması gereken adımlar başlıbaşına ayrı bir araştırmanın konusu. Bu yazı kapsamında vurgulanması gereken bazı hususlara kısaca değinelim. Her şeyden önce, gerek kamusal gerekse özel kaynaklardan sağlanan finansmanın artırılması başlıca zorunluluk. Kamu sektörü, kamu politikası tasarım ve uygulamasında bir yandan etkili bir talep yaratarak düzenli ve proje bazlı finansmanın sağlanması konusunda oynayageldiği rolünü daha da öne çıkarabilir. İlaveten düşünce kuruluşlarının tüzel kişilik formlarına yapılan bağış, yatırım ve harcamalar, gerçek ve tüzel kişiler için vergi indirimlerine söz konusu edilebilir. Düşünce kuruluşlarının sayı ve etkinliklerinin artırılması için kuruluş ve gelişim aşamasını hedefleyen odaklı destek programları tasarlanabilir. Örneğin, düşünce kuruluşlarına özel bir Can Suyu Destek Programı devreye alınarak, yeni kurulan araştırma birimlerinin gerekli mali gücü kazanmaları sağlanabilir. Bu ve benzeri doğrudan destek programlarının yanında örgütsel anlamda düşünce kuruluşları ekosisteminin kendi içerisindeki bağ ve etkileşimlerin güçlendirilmesi için özel tasarlanmış bir Düşünce Kuruluşları Forumu oluşturulabilir.

Her hâlükârda Türkiye’nin politika tasarımı ve icrasını veriye, araştırmalara ve analizlere açması, kamu politikasının genel verimliliği açısından bir an önce dâhil olunması gereken küresel bir yarış. Ülke olarak karşılaştığımız problemleri, bu dönüşümün gerçekleştirilmesi için bir fırsat olarak görmeliyiz.

Diğer İçerikler