Bir din adamı, silahlar ve DEAŞ’ın çocukları…
Bir din adamı, silahlar ve DEAŞ’ın çocukları…
İnsanın anlam arayışı, yaşadığı evrende cevaplanamayan birçok sorusu ve muhtemelen ruhunda aşkın olana duyduğu özlem onu kutsal olana yönlendiriyor. Kutsal olanı tanımaya, anlamaya yönelik yolculuğu ise her zaman mutlu sonla bitmiyor. İnsanlığa rahmet olarak indirilen din, bazen dünyevi hırslar adına ölümcül bir araca dönüşebiliyor.
21. yüzyılda her gün neredeyse onlarca dinî grup, dînimsi örgütler ortaya çıkıyor. Dînimsi ile İslam veya Hıristiyanlık gibi dinlerin çeperine tutunan, onların kitap ve öğretilerine benzemeyen, karizmatik lider kültünde örgütlenen grupları kastediyorum. Modern dünyanın tüketim kültürü ve meta fetişizmi manevi olarak doyumsuzlaşan bireyleri ucuz ve maddi dünyanın zevkleriyle uyumlu bu dînimsi yapılarına yönlendiriyor. Kutsal kitapların kadim öğretilerinden uzak ve onlara yabancı yeni dinî görünümlü kültler, gruplar bireyleri kendine çekebiliyor. Dinlerin vahiy, peygamber ve kitap gibi öğretilerinin sınırlarından uzak ve dışında kendi egemenlik alanlarını kurdukları yeni bir dünya inşa ediyorlar. Böylece lider kültüne bağlı olarak, dinlerin dışında yeni bir inanç ve sapkın ritüellerle donatılmış kozalar örüyorlar. Şimdi size bunlardan birini anlatacağım.
1993 yılında şubat soğuğunda polis bir çiftlik evine baskın düzenler. Dînimsi bir örgütün lideri hakkındaki kanunsuz işler yapmak ve çocuk tacizi ile ilgili suçlamalar vardır. Polis oldukça hazırlıksızdır. Sonuçta bir din adamı ve onun müritleri ile ilgili bir şikâyet üzerine bir çiftlik evine gidilmektedir. Polis çiftlik evine gittiğinde hiç beklenmedik şekilde bir mukavemet ile karşılaşır. Açılan ateşe karşılık verilir ve anında destek kuvvet istenir. Fakat ilerleyen saatlerde çiftliğin her yerinde silahlı insanların olduğu ve uzun menzilli silahlarla ateş açıldığı görülür. İlk anda polisten bazı kayıplar verilmiştir. Bunun üzerine bölgeye özel tim sevk edilir. Çatışma elli gün sürer. Özel kuvvetler elli gün süreyle içeri girmeyi başaramaz. Evet altı üstü dinî bir grup, bir din adamı ve müritlerini sorgulamaya gelen polis ağır silahlarla kendilerine karşılık veren bir terör örgütü ile karşılaşmıştır. Çiftlik mi karıştırılmıştır yoksa? Elbette ki, hayır adres doğrudur ama dinî bir cemaate geldiklerini sanan polisin şaşkınlığı da boşa değildir. En sonunda polis çiftliğe girmeye karar verir, kullandığı bombalarla çiftlikte yangın çıkar, Kuşatmanın elli birinci gününde 21’i çocuk olmak üzere 81 kişi hayatını kaybeder. Bu sırada 21 çocuk da canlı olarak kurtarılır...
Anlattığım olay Amerika Waco Teksas’ta Davidian Tarikatı lideri olan David Koresh’in cemaatine yönelik çiftlik baskınıdır. Adventizm 19. Yüzyılın ikinci yarısında Amerika'da ortaya çıkan ve Protestan orijinli bir dinî harekettir. Bu akımın ortaya çıkışı İsa Mesih’in bin yıllık "tanrısal krallığı" kurmak için geri dönüşünün beklentisi ile çok ilişkilidir. Advent kelimesi, Latince “Adventustus”dan gelir anlamı “varış”, “dönüş”tür. Terim olarak advent, “İsa Mesih'in adaleti tesis etmek ve bin yıllık (millenial) 'tanrısal krallığı' başlatmak için yeryüzüne dönüşünü” ifade eder.
Adventizmin ABD'de ortaya çıkışı ve yayılması da oldukça ilginçtir. Hiçbir dinî tedrisat görmeyen, kilise tarihi konusunda bilgisi olmayan, Hristiyanlığın temel dillerinden biri olan Latince’yi dahi bilmeyen William Miller başrol oynar. Tesadüfen kabul ettiği Hristiyanlıktaki Daniel ve vahiy kitaplarının kıyamet alametleri ile ilgili bölümlerini yeniden yorumlar. Teolojisinin özü, Eski Ahit’in Daniel Kitabı’nda “2300 gün” olarak geçen peygamberlik zamanıdır. W. Miller'e göre, bu peygamberlik zamanı kronolojik bakımdan 21 Mart 1843-21 Mart 1844 yılları arasına tesadüf etmektedir. W. Miller, İsa Mesih’in zikredilen bu tarihler arasında geleceğine dair kehanetine birçok insanı da inandırmayı başarır.
Açıklanan tarihte gelmeyen İsa Mesih, Advent taraftarları arasında büyük bir hayal kırıklığı oluşturur ve bu hareketin dağılmasına sebep olur. İşte tam bu dağılma esnasında Yedinci Gün Adventizmi'nin kurucusu olan Ellen Gould Harman (White) isimli bayan devreye girer. Kendisi de bu hayal kırıklığını yaşayan Adventistlerden biri olan Ellen White, "Tanrının kendisini peygamber olarak seçtiğini ve İsa Mesih’in yeryüzüne gerçekten geleceğini" söyler. W. Miller’in doğru söylediğini ancak bir hesaplama hatası yaptığını ileri sürer. W. Miller’in yerini alan E. White İsa’nın en kısa zamanda yeryüzüne geleceğini ilan eder...
Yedinci Gün Adventistleri 1844, 1845, 1854, 1873 ve en son 1959’da İsa'nın gelişini haber verirler. Her bir yanılma bir hesap hatası olarak yorumlanarak umutlar tazeliğini korur. İşte Davidciler de bu Yedinci Gün Adventistleri’nin bir kolu olarak ortaya çıkarlar. Asıl adı Vernon Howell olan David Koresh 1986 yılında Davidcilerin başına geçer. Kendisini 1985 yılında “Günahkâr Mesih” olarak tanıtır. İsa’nın yakın bir zamanda geleceğini umarak kendilerini İsa’nın Krallığını kurmak için milenyuma kadar İsa’nın takipçileri olarak görüyorlardı.
Koresh ve takipçileri, Texas’ın Waco şehri yakınlarında Mount Carmel olarak isimlendirdikleri bir alana yerleşir. Kamuoyu gündeminde grup ile ilgili silah depolama ve çocuk tacizi iddiaları gündeme gelir. Bunun üzerine, Amerikan Alkol Tütün ve Ateşli Silahlar Bürosu (The Bureau Alcohol, Tobacco and Firearms-ATF) yetkilileri silah depolama ve taciz iddialarını araştırmak için 28 Şubat 1993’te Mount Carmel’e baskın düzenler. Çıkan silahlı çatışmada 4 hükûmet yetkilisi ölür. İşte yukarıda anlattığım kuşatma böyle gerçekleşir.
Bunun üzerine Amerikan kamuoyunda ve Amerikan Temsilciler Meclisi Adlî Kurulu (House Judiciary)’nda bu konu tartışılmaya açılır. Kamuoyunda FBI’ın nasıl olur da böyle bir olayı atladığı, adi suçlarla ilgili şikâyet üzerine gidilen bir çiftlikte büyük bir terör saldırısı ile karşı karşıya kalındığı sorgulanmaya başlanır. Anlaşılmıştı ki, FBI hem Waco gibi olayları öngörme, müdahale etme ve sonrasındaki travmayı atlatma konusunda hazırlıklı değildir.
Çatışmadan kurtarılan 21 çocuğun en küçüğü 5 aylık en büyüğü 12 yaşındadır. Çocuklar uzun süre bu dînimsi grup içinde kalmışlar ve dinî grubun inanç ve ideolojisiyle temas içinde bulunmuşlardı. Yaşadıkları ağır travmanın rehabilite edilmesi gerekiyordu. Çocuk psikiyatristi Bruce D. Perry ve ekibi olayın ilk günü oradaydı. Perry, ilk etapta onları farklı ailelerin yanına yerleştirmenin düşünüldüğünü fakat onları ayrı ayrı verecek sayıda ailenin hemen bulunamadığını söyler. Perry’ye göre bu aslında iyi de olmuştur. Zira çocukları birbirinden ayırmak, çocukları daha da strese sokmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Ayrıca devlette çalışan pek çok kişinin, yardım için çocukların bulunduğu eve gelmesi de doğru değildir. Çünkü bu durum, çocukların aklını iyice karıştırabilir. Kaotik bir ortamdan çıkmış, ağır travmaya maruz kalmış bu çocukların ihtiyaç duydukları şey güven, öngörülebilirlik ve onlara destek olacak insanlarla düzenli bir ilişkidir. Çocuklar zaten kıyamet senaryolarıyla yetiştirilmişlerdir ve oldukça gergindirler. Düşünün koltukta uyuyan bir çocuğun nabzı bile 160 atmaktadır.
Bu arada, çocuklara yardım için görevlendirilenler de yorgun ve streslidir. Oysa korku dolu bir çocuğu sakinleştirmek için gerekli olan öncelikle sizin sakin olmanızdır. Üstelik tarikat çocukları devlet görevlilerini düşman olarak görmektedir. Koresh, yıllarca çocukların beynini yıkamıştır.
Perry devam eder; Davidian kıyametinden sonra en fazla iyileşme gösteren çocuklar, olayda en az stres yaşayanlar veya kulübede bizimle en çok bire bir zaman harcayanlar değildi. En fazla gelişme gösterenler ise, ister Davidian kurallarına bağlı olarak yaşasınlar, ister Koresh’i tamamıyla reddedenler olsun en sağlıklı, en sevgi dolu ailelerle birlikte yaşamaya başlayanlar oldu.
Dr. Perry’nin bize anlattığı çok önemli bir şey vardır: İnsanları programlar değil, ilgiyle bu çocuklara yaklaşan ve işini iyi bilen insanlar değiştirir...
Tüm bunları yazmama neden olan aslında okuduğum bir haberdi. Geçenlerde “Aileleri DEAŞ’lı olan 188 Türk çocuğu Irak’tan Türkiye’ye iade edildi” diye bir haber okudum. Aklıma bu olay ve DEAŞ’ın ağır tacizleri içinde doğan, büyüyen çocukları geldi. Sonra 2-3 yıl önce Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında üst düzey bürokratlarla "Suriye’de doğan DEAŞ’ın çocukları bir gün bize gelecek bunlar için hazırlık yapmalıyız, bu çocukların yaşadığı travmayı ve enfekte oldukları DEAŞ ideolojisini nasıl rehabilite edeceğimizi düşünmemiz lazım" dediğim konuşmalar geldi aklıma. "Hocam, çok doğru söylüyorsunuz, biz yukarıyla görüşüp size haber veririz" demişlerdi...
Şimdi sadece DEAŞ’ın değil aynı zamanda FETÖ’nün çocukları ve gençleri de var ilgilenmemiz gereken. FBI bu olay sonrası tüm teşkilatında yeniden yapılanmaya gitmişti. Vamık Volkan’ın da içinde bulunduğu araştırma komisyonları kurulmuştu. “İnsanlar neden bu tür cemaatlere katılır? Bu cemaatler nasıl insanların zihnini kontrol eder? Devlet olarak bu tür yapıları neden öngöremiyoruz?” türünden birçok sorunun cevabı aranmıştı. Kült, dînimsi örgütler konusunda uzman, psikolog ve güvenlikçiler yetiştirildi. DEAŞ ve FETÖ gibi ağır travmaları yaşamış bizler ne yaptık? Hazırlıklı mıyız? DEAŞ’ın çocukları nasıl rehabilite edilecek ya da edilebilecek mi, ne dersiniz?..