YÜKSEKÖĞRETİMDE UZAKTAN EĞİTİM SÜRECİ: BİR DEĞERLENDİRME

Post-endüstriyel dönüşüm süreci ile birlikte hayatın her alanında olduğu gibi eğitim alanında da değişim ihtiyacı kendini göstermekte ve bu konuda birçok farklı uygulama denenmektedir. Bu metinde “Geleceğin üniversitelerinde eğitim ve öğretim nasıl olacaktır?” “Klasik eğitimin yerini uzaktan eğitim mi alacaktır?” “Uzaktan eğitim sistemleri ile birlikte teknoloji insanın yerine mi geçecek?” gibi sorulara cevaplar aranarak, uzaktan eğitim konusu yükseköğretim özelinde çok yönlü bir şekilde tartışılacaktır.
Önce uzaktan eğitim sürecindeki gelişmeleri hatırlayalım;
Bilindiği üzere yaklaşık 2 yıldır Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kurulan Dijital Dönüşüm Ofisi’nin hedeflerini dikkate alarak, dijital dönüşüm ile üniversitelerin teknolojik alt yapısını hazırlama noktasında uygun iş süreçlerinin uygulanmasında yönlendirici olmaktadır. Şüphesiz bu uygulamaların en başında da uzaktan eğitim sistemleri gelmektedir. YÖK üniversitelerin dijital altyapılarını geliştirerek, uzaktan eğitimi etkin bir şekilde kullanmaları üzerine birçok çalışma yürütmektedir. Tam da bu noktada Covid-19 pandemi süreci ile birlikte uzaktan eğitim konusu küresel ölçekte tartışılır hale gelmiştir. Öyle ki dünyada 1 milyardan fazla öğrenci (ilköğretimden yükseköğretime kadar) klasik eğitimden uzaklaşarak, uzaktan eğitim sistemlerini aktif olarak kullanmaya başlamıştır. Çoğu ülke kitlesel olarak uzaktan eğitime hazırlıksız yakalanmasına rağmen, toplumda çok hızlı bir şekilde uzaktan eğitim konusunda algı oluşmuştur. Hatta bundan sonra özellikle teorik derslerde tamamen uzaktan eğitime geçilmesi konusu akademik platformlarda yüksek sesle tartışılır hale gelmiştir. Aslında son yaşanan bu gelişmeler teknolojiyi kendi hızıyla neredeyse eşdeğer bir şekilde kabullendiğimizin de bir göstergesi olarak ifade edilebilir.
Malum eğitim ve öğretimin en temel ilkelerinin başında toplumun beklenti ve ihtiyaçlarını karşılayan yüksek vasıfta insan kaynağını yetiştirmek gelmektedir. Zamanla toplumun beklentileri ve ihtiyaçları değişim gösterirken, yüksek vasıfta insan kaynağının gerekleri ve tanımı da farklılaşmaktadır. Bu anlamda eğitim ve öğretimin dinamik bir yapıya sahip olarak değişime ayak uydurması artık kaçınılmazdır. Yükseköğretimde maalesef birçok kurum bu değişime adapte olamamakta, beklentileri karşılayamamaktadır. Özellikle Covid-19 pandemi sürecinde uzaktan eğitime yükseköğretimde tüm kurumlar fiilen geçse de sistemsel ve altyapısal eksiklikler yüzünden uygulamada tıkanmalar yaşanmıştır. Hatta bazı akademik çevreler uzaktan eğitime karşı bir direnç göstererek, klasik eğitim sistemini destekler açıklamalar yapmaktadır. Uzaktan eğitim sürecine geçip geçmemeyi tartışmanın anlamsız olduğunu düşünmekle birlikte, zaten süreç istesek de istemesek de uzaktan eğitimi, eğitimin ve öğretimin önemli bir parçası haline getirmiştir. Bundan sonra yapılması gereken uzaktan eğitimin içeriğini ve işlevini güçlendirmektir. O yüzden uzaktan eğitimin etkin ve verimli görülmeyen öğretici yönünü, ciddiyet ve disiplinden uzak yapısını, öğrenciler arasındaki eşitsizliği arttırmasını, güvenlik problemlerini vb. dezavantajlarını kabul etmekle birlikte artık eğitim yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası olan uzaktan eğitimin etkinliğini nasıl arttırabilirizin çalışmalarını yapmamızın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Aslında klasik eğitim yapısı içinde öğretim araçlarında dijitalleşme (akıllı tahta uygulaması, sınıf içi internet ve bilgasayar kullanımı) yabancı olmadığımız bir uygulamadır. Bu uygulamalar, özellilkle 2000’li[1] yılların başıyla birlikte küresel eğitim sisteminde ciddi bir bakış açısı değişikliğine gidildiğinin temel göstergeleridir. 2000’li yıllar eğitmen merkezli bir anlayışın yerini öğrenci merkezli bir eğitim anlayışının aldığı yıllardır. Dolayısıyla öğrencilerin beklentileri, algıları eğitim sisteminde oldukça önemli hale gelmiştir. Bu bağlamda uzaktan eğitim üzerine yapılan araştırmaların en önemlilerinden biri olan CIPD[2]’in 2018 yılında yayınladığı raporda E-öğrenmenin olumlu etkisinin %93 düzeylerinde olduğu görülmektedir. Bilgisayar teknolojisi ve bununla bağlantılı olarak iletişim teknolojisinin 2018’den günümüze kadar olan gelişimini dikkate alacak olursak, bu oranın daha da yükseliş içinde olduğu sonucuna varmak yanlış olmaz. Bu durum yeni ve esnek eğitim modellerine ihtiyacı da ortaya koymaktadır. Dolayısıyla uzaktan eğitimde de öğrenci ile web arayüzleri üzerinden yapılan canlı dersler, sisteme yüklenen videolar, yüklenen ders notları vb. uygulamalar artık klasik kalmıştır. Öğrencilerin temel becelerini kullanmalarını sağlayan, ikincil becerilerini[3] de geliştiren eğitimcilerin tüm katılımcılara eşit davrandığı (uzaktan eğitim ile bu durum çok daha mümkün görülmektedir), uzaktan eğitim içinde çok farklı öğretim araçlarının kullanıldığı (oyun oynama gibi) bir yapı oluşturulmaktadır. Yükseköğretim kurumlarından bu hızlı değişime ayak uyduranlarların öğrenciler tarafından tercih edilebilirliği de artacaktır. Artık öğrenciler yükseköğretim kurumu ile ilgili tercihlerini yaparken kurumun dijital yapısına, uzaktan eğitim sistemine bakarak karar vereceklerdir. Peki teknoloji eğitimde insanın yerini alacak mı? Tam zamanlı uzaktan eğitim mi, kısmi zamanlı uzaktan eğitim mi?
Teknolojinin eğitimde insanın yerini alacağını düşünmemekle birlikte, teknolojiyi takip etmeyen kendini bu anlamda geliştiremeyen eğitimcilerin tercih edilmeyeceğini ifade edebilirim. Hatta yakın gelecekte yükseköğretimde akademik kadrolara atama yükselmelerde dijital okur yazarlığın önemli bir kriter olacağını söyleyebilirim. Yine tam zamanlı uzaktan eğitimin popüler hale gelerek, birçok kurum tarafından uygulanacağını belirtmekle birlikte, kısmi zamanlı uzaktan eğitim modüllerinin daha etkili olayacağını düşünüyorum. Özellikle küresel eğitim sisteminde “flipped classroom” olarak adlandırılan Türkçe’ye ters yüz edilmiş, tersine eğitim şeklinde çevrilen uygulamanın geleceğin eğitim sistemini şekillendireceğini söyleyebilirim. Ters yüz öğrenme ile eğitimci anlatacağı konu ile ilgili tüm dijital dökümanları öğrencilere verir (ilgili konuyu tek bir eğitimci anlatmaz, farklı eğitimcilerin dijital dökümanlarından faydalanılır örnek: TED konferansları vb. gibi). Öğrenciler bu dijital dökümanlardan dersi uzaktan takip ederek konuyu öğrenir ve okula gelir. Okula gelen öğrenci sınıf ortamında “tutorial[4] grupları”nda eğitimci koordinasyonunda konuyu pekiştirir. Kısacası bu sistemle isminden de anlaşılacağı üzere tersine işleyen bir yapı vardır. Yani ödevler sınıfa, ders anlatımları uzaktana döner. Özellikle Alfa kuşağının yoğun teknoloji kullanan, teknoloji ile büyüyen bir kuşak olduğu düşünüldüğünde, klasik sınıf ortamında saatlerce ders anlatmak, eve ödev vermek, ya da eğitimcinin online erişim ile uzaktan sadece ders anlattığı bir sistem önemini yitirmiştir. Onun yerine doğru yönlendirilmiş dijital dökümanlar ile öğrenen, eğitimcinin kontrolünden konuyu pekiştiren, eğitimciden mentörlük, danışmanlık, tecrübe paylaşımı konularında faydalanan bir yapının oluşturulmasının daha etkili olacağını ifade edebilirim. Sonuç olarak, eğitim ve öğretim sistemlerindeki hızlı değişim, E-eğitim ve E-öğrenme de kendini göstermektedir. Formel E-eğitim ve E-öğrenme yerini karma veya destekli E-öğrenmeye bırakmıştır. Yükseköğretimde bu değişime ayak uydurabilen kurumların ve akademisyenlerin marka değerlerini arttıracağını söylemek yanlış olmaz.