Türkiye’nin Kafkasya Perspektifi Nasıl Olmalıdır?
Artık kimsenin masal dinlemediği ancak masal kıvamında sıra dışılıklara şahitlik ettiği bir zaman diliminde yaşıyoruz. Eski zamanların olduğu kadar belki ondan da fazla bir şekilde dünyanın en birinci stratejik mevkiinde yurt tutmuşuz. Bu bizi sürekli hesap yapmak, konumumuzu güncellemek, mütemadiyen yeni müttefikler aramak, eskileri yenisiyle değiştirmek zorunda bırakıyor. Böyle bir ortamda çevre kuşağımızı iyi bilmek ve savunmak zorundayız. Türkiye’nin çevre kuşağının en önemli gerilim noktalarından biri de Kafkasya’dır.
Peki Kafkasya neresidir?
Kafkasya güneydoğu Kuzeybatı istikametinde, Apşeron Yarımadası’ndan Karadeniz’e açılan Azak Denizi’ne kadar 1.200 km boyunca uzanan bir yüksek ve sarp dağlar silsilesidir. Kafkasya’nın dağlar zinciri Doğu Karadeniz bölgemize kadar uzanmaktadır, yani Anadolu’nun devamı gibidir. Konumu itibariyle Hazar Denizi ile Karadeniz arasında bağlantı kuran Kafkasya; Karadeniz, Marmara, Ege Denizi vasıtasıyla Akdeniz Dünyası ile irtibat sağlar. Bittabi Akdeniz dünyasının da Orta Asya ile irtibatını sağlar. Bunların yanında Deşt-i Kıpçak, Anadolu, İran ve tüm Ortadoğu’yu birbirine bağlayan yolların kavşağındadır. Buna ilaveten yeniden canlanma emareleri gösteren İpek Yolu güzergâhı üzerindedir. Kafkasya, doğal yapısı itibariyle bir taraftan Kafkasya’nın kuzeyindeki Deşt-i Kıpçak ile güneyindeki Anadolu ve Orta Doğu arasında doğal bir set görevi görürken diğer taraftan Daryal ve Derbent geçitleri vasıtasıyla bir köprü vazifesi de görür. Bu nitelikleri nedeniyle bu bölgeye hâkim olan güçler rakiplerine karşı avantajlı bir durum kazanırlar. Kafkasya’yı coğrafi bakımdan iki kısımda incelemek mümkündür: Kafkas Sıradağları ve Kafkas Ötesi. Kafkas Sıradağlarını ise Kuzey Batı Kafkasya ve Dağıstan şeklinde iki başlık altında ele almak mümkündür. Kuzeybatı Kafkasya çok sarp ve sık ormanlarla kaplı olup Alplere benzeyen geniş çayırlar ve derin vadilere sahiptir. Dağıstan ise daha kurak olduğu için daha az ormanlık alan sahip olan yeryüzü özellikleri bakımında Afganistan’ı andıran yine son derece sarp bir coğrafyadır. Diğer taraftan Kafkas Ötesi diye adlandırdığımız kısım ise Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ı içine alan dağ silsilesinin güneyinde kalan kısım olup yer yer engebeli olsa da Kafkasya’dan çıkan nehirlerin suladığı geniş ovalara sahiptir.
Kafkas sıradağları, sarp yapısı ve sık ormanlarıyla istilacı güçler karşısında tutunamayan halklar için bir sığınak vazifesi de görmüştür. Bugün Kafkasya’da bazı halkların kendilerini Hattilere ve Urartulara bağlamaları Kafkasya’nın bu niteliği ile alakalıdır. Kafkasya’da bugün onlarca etnik grup yaşamaktadır. Bunların önemli bir kısmı Kafkasya’nın yerli halkları iken bir kısmı Turanî bir kısmı da İrani topluluklardır. Altmış civarındaki etnik grup kendi dillerini konuşmaktadır ki bu dillerin çoğu dilbilimcilerin yaptığı belli başlı dil gruplarının dışında kalmakta Kafkas Dil grubu diye tesmiye edilen bir dil grubuna girmektedirler. Bu diller birbirine akraba olsa da birbirlerini anlamaları bir hayli zordur. Ayrıca Çerkes dili dünyadaki telaffuzu en zor dillerdendir. Kulağı aşina olmayanın fark edemeyeceği tuhaf seslerle konuşurlar. Kafkasya bu niteliği nedeniyle İslam coğrafyacıları tarafından “cebelü’l elsine” yani diller dağı olarak adlandırılmıştır. Sadece coğrafi bakımdan değil etnik çeşitlilik bakımından da zor bir coğrafyadır. Çerkesler kendilerini Adige olarak isimlendiren 12 boydan müteşekkildir. Bu boyların en belli başlıları şunlardır: Şapsığlar, Bjeduğlar, Natuhaylar, Abzehler, Besleneyler, Temirgueyler, Ubıhlar, Kabardeyler,vd. Çeçen-İnguşlar, kendilerini Vaynah olarak adlandıran Kafkasya’nın kadim savaşçı halklarındandır. Dağıstan ise tam bir kavimler müzesidir. Dağıstan, Avar, Lak (Gazi Kumuk), Karakaytak, Agul, Dargi, Rutul, Tabasaran v.d. gibi elliye yakın irili ufaklı topluluğa ev sahipliği yapmaktadır. Kafkasya, İran kökenli Osetlerden Türk kökenli Karaçay-Malkarlılara, Kumuklara ve Nogaylara, Kafkasya Türkmenlerine ve Kafkasötesi’nde Azerbaycan Türkleriyle birlikte Karapapak Türklerine yurtluk yapmaktadır.
Kafkasya Türk tarihî coğrafyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Tarih, insan, zaman ve mekanın bir eseridir ve Kafkasya tarihi kışkırtan bir mekan olarak Türk tarihinde her zaman mümtaz bir yere sahip olmuş stratejik bir bölgedir. Türk tarihine şöyle bir baktığımızda, Hunlardan Göktürklere ve Hazarlara, Altınordu’dan Timur İmparatorluğu’na, Kazan ve Kırım Hanlıklarından Selçuklu ve Osmanlı Devleti’ne kadar mütemadiyen Türk orduları tarih yaparken mekân görevi yapmıştır. Bu muhataralı tarihi süreç içerisinde zaman zaman Türk orduları tarafından çiğnenmiş, zaman zaman vergiye bağlanmış ama tarihin hiçbir döneminde hiçbir kuvvet Kafkasya’yı mutlak bir şekilde kontrol altına alamamıştır. Hunların Daryal ve Derbent geçitlerini geçerek Anadolu ve Suriye’ye akınlar düzenlediklerini biliyoruz. Kafkasya’da göreceli de olsa en etkili olan siyasi teşekkül, Kafkasya’nın kendi bünyesindeki unsurların bir araya gelerek oluşturduğu Alan-As Konfederasyonudur. Alan-As Konfederasyonunun başat unsuru olan Aslar Türkçe konuşan bir topluluktur ve bugün onların hatıraları Kuzey Kafkasya’da Karaçay-Malkarlıların kültüründe ve anlatılarında yaşamaktadır. Timur’un Altınorda Hanı Toktamış üzerine yaptığı sefer sırasında Kafkasya’ya yarattığı tahribat son Alan-As kalıntılarını da ortadan kaldırmıştır. Göktürklerin Batı’daki kolu olarak bilinen Hazar Kağanlığı’nın asıl hâkimiyet sahaları Kafkasya ve kuzeyinde kalan sahalardır ve Hazar Kağanlığı’nın bazı hatıraları da coğrafyada varlığını sürdürmektedir. Selçuklu Türklerinin Kafkasya’ya ilgisi siyasi hâkimiyet kuracak kadar olmasa da bölgede ittifaklar kuracak kadar güçlü olmuştur. Osmanlı Devleti ise bilhassa Kırım’ı fethettikten sonra, Altınordu devletinin mirası olarak gördüğü Kafkasya’nın, Kırım Hanlığı’nın payına düştüğünü ve Kırım, Osmanlı Devleti'ne tabi olduğu için Kafkasya'nın da bir Osmanlı mülkü olduğu iddiasındadır. Ancak bu iddiayı destekleyecek ne bir tahrir çalışması ve ne de bölgede Osmanlı Devleti’nin hâkim olduğunu gösteren vergi toplama, asker kaydetme gibi bir karine de bulunmamaktadır. Ancak bölgede İslam’ı önceden kabul etmiş Kafkasyalılarla Osmanlı padişahlarının halifelik sıfatlarını kullanarak, bölgedeki hanlara bir takım hediyeler gönderilmek suretiyle güzel ilişkiler kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’ya asıl ilgisi Kırım’ın 1774’de bağımsız(!) bir ülke haline gelerek Osmanlı hâkimiyetinden çıkması ile başlamıştır. Rusların sıcak denizlere inme isteği bilindiği için Rusları durduracak doğal set Kafkasya’dır. Aynı zamanda Kırım’daki limanlarını kaybeden Osmanlı Devleti, Batı Kafkasya’nın doğu Karadeniz limanlarını kullanabilmek için Kafkasya’ya özel bir önem vermeye başlamıştır. Osmanlı Devleti ile Rusya, Kafkasya’ya hâkim olmak, Kafkas halklarını kendi yanlarına çekmek için rekabete girişmişlerdir. Bu rekabette Osmanlı Devleti bölgeye atadığı liyakatli devlet adamı Ferah Ali Paşa’nın insanüstü gayretleri neticesinde kazanan taraf olmuş ve kıyıboyu Çerkeslerinin Müslümanlığı benimsemelerini temin etmiştir. Ferah Ali Paşa da Dağıstan hanlarına yapıldığı gibi Çerkes prens ve beylerine hediyeler vererek buradaki kabileleri kendi yanına çekmeye çalışmıştır. Onları İslam’a kazandırsa da Çerkesleri her zaman tam bir müttefik olarak görememiş, zaman zaman Rusya’ya karşı teşvik zaman zaman da Rusya ile savaştan çekindiği için frenlemiştir. Ama bu süre zarfında çok sayıda Çerkes köle ya da cariye olarak Osmanlı ülkesine taşınmıştır. Bu köleler Osmanlı sistemi içerisinde çok iyi mevkilere gelmişlerdir. Padişahlarla ve paşalarla evlendirilen Çerkes cariyeler vasıtasıyla akrabalık ilişkileri kurularak aradaki yakınlık daha da artırılmıştır. Osmanlı Devleti, Ruslara karşı “gazavat” ilan eden müridizm hareketinin önderleri İmam Mansur, İmam Gazi Muhammed, İmam Hamzat ve İmam Şamil gibi efsanevi liderlere elinden geldiğince destek verse de netice de Rusya’nın galip gelerek Kafkasya’yı istila etmesine engel olamamıştır. Şamil’in 1859’de Prens Baryatinskiy’e teslim olmasıyla birlikte daha önceden Anadolu’ya münferit olarak başlayan göçler 1864 yılında Abzeh ve Ubıhların mağlup olmasıyla birlikte kitlesel bir hal almış, Osmanlı Devleti bu kadar muhaciri karşılama ve iskân etmede büyük sıkıntılar yaşamıştır. Türk halkının hamiyetli yaklaşımı ve diğerkâmlığı sayesinde bu badire atlatılmış ve yolculuk esnasında büyük sıkıntılar çekip ağır kayıplar veren Kafkasya muhacirlerine sadakatle bağlanabilecekleri bir vatan sunulmuştur. Bugün Anadolu’da Kafkasya’da yaşayanlardan çok daha fazla Kafkasya kökenli Türk vatandaşı yaşamaktadır. Bu durum Türk devletinin, sınırlarının dışında kalsa da Kafkasya’ya ve Kafkas halklarına ne kadar sıkı ve güçlü bağlarla bağlı olduğunu göstermektedir.
Kafkasya, bünyesindeki derin vadiler ve sık ormanlar, ulaşılmaz platolarında yaşayan, dilleri birbirinden farklı olsa da maddi kültür unsurlarından manevi kültür unsurlarına ve asırlardır uygulana gelen geleneklerine kadar birbirine benzeyen halkların hayatlarıyla inşa ettikleri bir kültürel alandır. Kafkasya’da etnik sınırlar ne kadar netse bir o kadar da geçirgendir. Kafkas halkları arasında farklı nedenlerle nüfus transferleri yaşanmıştır. Kız alıp vermeler söz konusu olmuş, aralarında çok sayıda farklılıklar olsa da benzerlikleri onları Kafkasyalı yapmıştır. Giyim kuşam, adet, anane, hayvancılık teknikleri, konut inşa usulleri hep biri diğerine bir şeyler vererek, karşılığında başka şeyler alarak benzeşmiş ve Kafkasyalı kimliği ile tebarüz etmişlerdir. Kafkasyalı halkların ayrıntılı bir adat/habze/töreye sahip olmaları ve çocuklarını çok disiplinli, özgüvenli ve dayanıklı yetiştirmeleri onların etraflarındaki siyasi teşekküller tarafından paralı asker ya da gulam/kul asker olarak kullanılmaları sonucunu getirmiştir. Memluk devletinin ikinci evresinde Kafkasyalı Çerkes memlukların damgasını taşır. Bu durum onların en karakteristik özellikleriyle çevre kültürlerce tanınmasını ve değerli bir müttefik olarak görülmelerini sağlamıştır. Kafkasya kendi insan tipini yeniden üretebilen derin mitolojik ve kültürel dokusu olan nev-i şahsına münhasır bir kültürel alandır. Kafkasya Türkçe konuşan toplulukla kurduğu her temas girdiği her ilişkide kültürün doğası gereği bir çok unsur verdiği gibi almıştır da. Kafkasya’da bugün bir çok yer adı Türkçedir, Beştav, Cılı Su, Kuban ve Terek vs. Kültür ve gelenek de birbirinden etkilenmiş olmalı ki atlara basılan aile damgalarından tutun da yedi ataya kadar akraba olanla evlenmemek gibi kurallara kadar bir çok ortak âdetimiz bulunmaktadır.
Günümüzde Kafkasya sahip olduğu, temiz su rezervleri, madenler ve petrol gibi doğal kaynakların yanı sıra enerji üretim havzalarına yakınlığı ve enerji nakil hatlarının kavşağında bulunması gibi sebeplerle Rusya’nın dışındaki emperyalist güçlerinde odağındadır. Kafkasya’ya sahip olmak, Türkistan’a hâkim olmaya, Hazar’da egemen konumda bulunmaya hatta Basra ve İskenderun körfezine kadar olan alanda ciddi bir jeo-stratejik tesirde bulunmaya imkân vermektedir. Stalin döneminde bölgenin etnik yapısıyla bilinçli bir şekilde oynanması Rusya’nın oradaki varlığını meşrulaştırmaya hizmet etmektedir. Zira Stalin hemen her etnik grubun toprağından bir kısmını bir diğerine vererek bölgeyi bir mayın tarlasına çevirmiştir. Stalin’in etnik tuzağı, bölgede sükûnetin sağlanması, sürdürülebilirliği için bir jandarma gücüne ihtiyaç duyulmasını ve tabii Rusya’nın da bunu seve seve yapması gibi bir sonucu doğurmaktadır. Stalin’in Türkiye’nin çevre kuşağını boşaltmak adına 1943-44 yıllarında Karaçay-Malkar ve Ahıska Türklerini yurtlarından sürmesi ve Ahıska Türklerinin hala anayurtlarına dönememesi Türkiye’nin güvenliği açısından önemini muhafaza etmektedir. Batılı emperyalist güçlerin Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan üzerinden bölgeye nüfuz etme teşebbüsleri II. Çeçen Savaşı’nı kazanarak kendine olan güvenini tazeleyen Rusya tarafından başarısızlığa uğratılmıştır. Rusya, Çeçenistan içerisinde etkinliğini artıran radikal İslamcı savaşçı grupları 11 Eylül olaylarının da rüzgârı ile Batı’nın desteğinden mahrum bırakarak bölgede hala kendi düdüğünün öttüğünü ima etmiş, Güney Osetya ve Abhaz’yayı Gürcistan’dan kopartarak bölgedeki hâkim konumunu perçinlemiştir. Ermenilerin Dağlık Karabağ’ı işgal etmesine destek veren Rusya, kendi yörüngesinden uzaklaşmak isteyen Azerbaycan’a ihtar çekmiş ve konunun çözümünü sürüncemede bırakarak bölgedeki etkinliğini sürdürmeye devam etmektedir.
Vekalet savaşlarının yürütüldüğü günümüz dünyasında, Rusya’yı tehdit olarak gören büyük güçlerin Suriye’den sonraki cepheyi Kafkasya’da açması şaşırtıcı olmayacaktır. Böyle bir ihtimal dahi Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerini geliştirmeye çalışan Türkiye’nin alarma geçmesi için yeterli olacaktır. Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar gibi etnik farklılıkların sıcak çatışmaya dönüşmesi potansiyeli taşıyan bölgelerin tam ortasında adeta Şeytan üçgeninde bulunan ülkemizin Kafkasya’da meydana gelebilecek bir karmaşanın ne gibi tehditler içereceğini hesap etmesi gerekir. Azerbaycan’ın bağımsızlığını güçlü bir orduyla perçinlemesinin Türkiye’nin güvenliği açısından ne ölçüde değerli olduğunu söylemeye bile gerek yok. Batı ile daha güçlü ilişkiler kurmak isteyen ve Rusya’dan uzaklaşmak isteyen Gürcistan’ın Türkiye ile siyasi, ekonomik ilişkilerini geliştirmesi Gürcistan için vazgeçilmez, Türkiye için ise son derece önemlidir. Ermenistan’ın Karabağ’daki işgalci konumunu sürdürmesi ve çözüm sürecinin uzaması meselenin kangrene dönüşme ve sıcak çatışma ihtimalini güçlendirmektedir. Türkiye bu mesele de Azerbaycan’a verdiği güçlü desteği artırarak sürdürmek zorundadır. Çünkü bölgede nüfuzunu artırmak isteyen güçler zayıf Ermenistan’ı bir Truva atı gibi kullanmak isteyeceklerdir. Bugün Azerbaycan’ın sahip olduğu petrol kartı elini güçlendirse de gevşek davranmaya gerekçe olmamalıdır. Kuzey Kafkasya taşıdığı potansiyel etnik çatışma riskleri nedeniyle Rusya’nın varlını meşrulaştırma aracı olarak görülse de bu durum diğer güçlerin bölgeye müdahalesi için gerekçe olabilir. Türkiye’nin güvenliği kendi sınırlarından değil çevre kuşağındaki nüfuz alanlarından başlar ve Kafkasya hiç şüphesiz bu nüfuz alanlarının başında gelmektedir. Türkiye’nin bölgeyle olan bağlarını daha da güçlendirmesi ve bunu da barışçıl politikalarla gerçekleştirmesi mümkündür; bu bakımdan Türkiye’deki Kafkasya kökenli Türk vatandaşları paha biçilmez değerde bir imkândır. Bölgeden daha fazla öğrencinin Türkiye’de gelip okuması teşvik edilmelidir. Kafkasya’da sosyal barışı ve bölgesel istikrarı tehdit eden selefi görüşlü radikal İslamcı hareketlere karşı halkı bilinçlendirmek için dini eğitim maksadıyla hem oradan öğrenci getirilmeli hem de orada eğitim vermek için Rusya Federasyonu ile anlaşmanın yolları aranmalıdır. Son zamanlarda gidiş gelişlerin, karşılıklı evliliklerin artması, insanların akrabalarıyla buluşup kucaklaşması var olan bağlara yeni bağların eklenmesi aynı zamanda bölgenin sahip olduğu güçlü turizm potansiyeli Doğu Karadeniz bölgemizle entegre bir turizm planlaması yapılmasını cazip hale getirebilir. Bu bağlamda Bakü, Tiflis, Kars demiryolu projesi sadece ipekyolunun canlanmasını değil Kafkasya’nın kalkınmasını ve Kafkasya insanının refah seviyesinin yükselmesini sağlayabilir. Bölgeye iş adamlarımızın yatırım yapması teşvik edilmeli, Türkiye ile ekonomik ilişkilerde olabildiğince geliştirilmelidir. Kafkasya ile ilgili daha yeni projeler geliştirmek için öncelikle bölgenin çok iyi tanınıp tetkik edilmesine ihtiyaç vardır. Bu bağlamda bölge üniversitelerinin ikili anlaşmalarını artırmalı, ortak projeler geliştirilmeli, öğrenci ve öğretim üyesi değişimi protokolleri yapılmalıdır. Bölgenin sadece siyasi, coğrafi, jeolojik, sosyolojik ve tarihî bakımdan değil, istatistikî, etnografik, antropolojik ve jeo-stratejik bakımdan ciddi tetkik edilmesi ve bölgedeki etnik gruplar arası ilişkilerin gün be gün takip edilmesi gerekmektedir. Zira bilgi güç demektir.