19.12.2018 08:41 Doç. Dr. Ekrem Kalan A- A+

Moğolistan’ın Türkiye ile Türk Dünyası İlişkilerindeki Yeri ve İlişkilerin Geleceğine Yönelik Yeni Perspektifler

Moğolistan’ın Türkiye ile Türk Dünyası İlişkilerindeki Yeri ve İlişkilerin Geleceğine Yönelik Yeni Perspektifler

Türk ve Moğol milletleri arasındaki tarihî ve kültürel bağlar, bilinen tarihin en eski dönemlerine kadar uzanmaktadır. Türk-Moğol siyasi birlikteliğinin ilk örneği Büyük Hun İmparatorluğu’dur. Meşhur Çin Seddi’nin ilk bölümleri, M.Ö. 221 yılında Türk-Moğol siyasî birliğine yani Büyük Hun İmparatorluğu’na karşı inşa edilmeye başlamıştır. Büyük Hun İmparatoru Mo-tun M.Ö. 174 tarihinde öldüğünde arkasında yaklaşık 18 milyon kmbüyüklüğünde bir ülke bıraktığı gibi, Asya’nın iki kadim milleti Türkler ve Moğolları da bir bayrak altında toplamıştı.

Moğolistan topraklarında Hun İmparatorluğu, Göktürk ve Uygur Kağanlıkları’nın başkentleri yer almaktadır. Bundan dolayıdır ki, özellikle Göktürk ve Uygur dönemlerine ait 250 civarında Türkçe yazıt Moğolistan topraklarında yer almaktadır. Ayrıca çok sayıda tarihi ve kültürel buluntu ile pek çok arkeolojik esere Moğolistan ev sahipliği yapmaktadır. 

Hun İmparatorluğu döneminde iki müttefik milletin birlikte oluşturduğu “Devlet Geleneği” ve “Bozkır Kültürü”de daha sonra kurulacak olan Avrupa Hunları, Göktürk ve Uygur Kağanlıklarının yanı sıra Cengiz Han liderliğinde Moğol birliğinin sağlanması neticesinde ortaya çıkan Moğol İmparatorluğu ile yeni bir boyut kazanarak devam etmiştir. 

Moğol geleneklerinin İslam öncesi Türk gelenekleriyle büyük bir benzerlik göstermesi, binlerce yıllık tarihî bir geçmişe dayanan bu ortak paylaşımın neticesi olduğundan gayet anlaşılır bir durumdur. Bundan dolayıdır ki, bu anlamda yapılan çalışmaların söz konusu döneme ait Türk kültürüne yönelik çalışmalara ışık tutması muhakkaktır. Ayrıca Moğolistan, Türk tarihi ve kültürü açısından çok önemli ülkelerden biridir. 

Tarihî Türk devletlerinin bu coğrafyada kurulmuş olması; Türk dili ve kültürüne ait yazıt, heykel, kaya resimleri ve benzeri kültürel unsurların burada bulunuyor olması gibi sebepler, Moğolistan’ı Türkiye için çok önemli kılmaktadır. Ayrıca, bugün yine bu topraklarda yaşayan Türk kökenli toplulukların da hâlâ eski kültürel yaşamlarını sürdürüyor olmaları, eski Türk yaşamını araştırmaya çalışanlar için büyük bir fırsattır.

Moğolistan, Doğu Asya’da 3,500 kilometre kadar sınırla dünyanın yüzölçümü bakımından en büyük ülkesi olan Rusya Federasyonu ile yine 4,500 kilometre sınırla dünyanın nüfus açısından en kalabalık ülkelerinden biri olan Çin Halk Cumhuriyeti ile komşu olarak iki süper gücün arasında yer almaktadır. Moğolistan’ın bu iki ülke dışında başka bir ülkeye sınırı bulunmamakla birlikte, denize de kıyısı yoktur. 

Moğolistan bu sıkışık durumu yüzyıllar boyunca hisseden ve bundan kurtulmanın yollarını arayan bir ülke konumundadır. Bütün bunlara rağmen Moğolistan, Soğuk Savaş sonrası siyasi, ekonomik ve sosyal dönüşümünü barışçı ve eşzamanlı olarak başarabilen yegâne Avrasya ülkesidir. Bunun çok iddialı bir cümle olduğunun farkındayım ama bu iddiayı da kanıtlayan birçok örnek barındırmaktadır. Sorunsuz işleyen bir demokratik sistem, sivil-asker ilişkileri, demokraside güç dengesi, yetki paylaşımı, seçimler, yerel yönetimler, halkın siyaseti kabul edişi, basın özgürlüğü, internet özgürlüğü bunlardan birkaçıdır. 

Moğolistan uluslararası politikada sonra derece aktiftir. BM’nin 1960-1961’den beri üyesidir, 2023-2024 BM Güvenlik Konseyi’ne geçici üye adayıdır ama 2015’de daha büyük bir başarıya imza atarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne Asya-Pasifik grubundan ve önemli bir çoğunlukla seçilmişlerdir. Moğolistan, Türkiye’nin desteğiyle AGİT’in üyesi olmuştur. Moğolistan, AGİT’in en uzak Kuzeydoğu Asya’daki ülkesidir. 

Aynı zamanda Şanghay İşbirliği Örgütü’nün gözlemci üyesidir. NATO’nun da küresel partneridir. Sizin de gördüğünüz gibi değişik enstrümanları bir şekilde bünyesinde barındıran ve tam bir denge politikası uygulamaya çalışan başarıyla uygulamayı başarabilen bir ülkedir.

Türkiye-Moğolistan arasındaki diplomatik ilişkiler 24 Haziran 1969 gibi erken bir tarihte başlamıştır. 1990’lı yılların başlarında demir perdenin yıkılması ve Moğolistan’ın serbest piyasa ekonomisine geçişiyle birlikte iki ülke ilişkileri büyük bir ivme kazanmıştır. Bu ivme, 1996 yılında Moğolistan’ın başkenti Ulanbator’da Türk Büyükelçiliğinin açılması ve 1997’de Moğolistan’ın Ankara’da Büyükelçilik açmasıyla gittikçe artmış; bugüne kadar imzalanan yüzden fazla ikili anlaşmayla ilişkilerin resmî zemini güçlenmiştir.

Moğolistan, değindiğimiz üzere Türk tarihinin en eski yazılı belgelerinden olan Orhun Abideleri’ne ve çok sayıda tarihi ve kültürel değere ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye ile Moğolistan arasındaki bu tarihî ve kültürel bağlar her iki ülkenin de ilişkilerine özel bir önem atfetmelerini ve iki ülke arasındaki işbirliğinin daha da güçlenmesi yönünde çaba sarf ettikleri gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Nitekim Moğolistan Parlamentosu’nun 10 Şubat 2011 tarihinde güncellediği “Dış Politika Konsepti”nde ABD, AB, Japonya, Güney Kore ve Hindistan’la birlikte Türkiye’yi de “üçüncü komşu” olarak kabul edilmiştir. 

Bu konsepte Türkiye’nin dâhil edilmiş olması Moğolistan’ın Türkiye’ye atfettiği önemin somut bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Bu önemli bir noktadır ancak aynı zamanda bir sorumluluk yüklemektedir. Sadece gururlanmamız gereken bir şey değil, içini doldurmamız gereken bir görev diye bakmamız gerektiği kanaatindeyim.

Ekonomik anlamda Moğolistan, 1990 yılında pazar ekonomisini benimsemekle birlikte, liberal ekonomi politikalarının uygulanması ve serbest pazar şartlarının oluşturulması yönünde son on yılda önemli mesafeler kat etmiştir. Bu çerçevede istikrarlı kalkınma sürecini sürdürmek için gerekli tedbirleri kararlılıkla almak ve uluslararası ticari ve ekonomik ilişkilerde yeni açılımlar sağlamak gayreti içerisindedir.

Moğolistan’ın GSYİH içinde madencilik ve hayvancılık sektörleri büyük öneme sahiptir. Üretimin yaklaşık yarısını bu iki sektör oluşturmaktadır. Önümüzdeki yıllarda, yatırım faaliyeti süren maden yataklarında üretime başlanmasıyla madencilik sektörünün ekonomideki ağırlığını daha da artacaktır. Bugün bile ihracatın %85’ini Çin’e yapılan madencilik ürünleri oluşturmaktadır. 

Moğolistan’ın kalkınması maden kaynaklarından elde edilecek gelire bağlanmaktadır. Moğolistan maden zenginlikleri bakımından dünyanın önde gelen ülkelerinden sayılmaktadır. “Kömürün Suudi Arabistanı” olarak tanımlanmaktadır. Moğolistan genelinde bakır, altın, demir, kömür, molibden, gümüş, çinko, asbest, florit, nikel, uranyum ve diğer toplam 60-80 farklı maden içiren 8.000 maden rezervinin var olduğundan, 1000 adedinin belirlendiğinden söz edilmektedir. Bu manada Moğolistan ile özellikle hayvancılık ve madencilik alanlarında yapılacak işbirliklerine her iki ülkenin de mutlak suretle ihtiyacı bulunmaktadır. 

Bunun dışında ülkemizin Jandarma Genel Komutanlığının öncülüğünde Kafkaslar ve Orta Asya’da bulunan askerî statülü kolluk kuvvetleri arasında bilgi ve tecrübe değişimini sağlamak maksadıyla kurulan uluslararası bir organizasyon olan Avrasya Askerî Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilâtı (TAKM)’na ayrı bir pencere açmak gerekmektedir.

Türkiye’de, 07-10 Haziran 2011 tarihleri arasında, Azerbaycan Dâhilî Koşunlar Komutanlığı ile Kırgızistan ve Moğolistan İç Kuvvetler Komutanlıklarının katılımıyla düzenlenen Komutanlar Toplantısında, Avrasya Askerî Statülü Kolluk Kuvvetleri Teşkilâtı’nın kurulmasına yönelik iradeyi ortaya koyan “Niyet Beyanı”nın imzalanmasıyla kuruluş süreci başlamıştır. Bu kapsamda Türkiye ve Moğolistan arasında daha önceden yürütülen ortak projeler diğer Türk Cumhuriyetleri’nden bazılarının da katılımıyla yeni bir platforma kavuşmuştur. 

Yukarıda zikretmiş olduğum hususlardan hareketle Moğolistan’ın Türkiye’nin Türk Dünyası ile ilişkilerin geliştirilmesinde ve Türkistan coğrafyasında Moğolistan’ın katılımıyla daha güçlü ve daha etkili faaliyetler yürütülmesinde son derece önemli bir rol oynayabileceği aşikârdır. Nitekim Moğolistan, bütün Türk Dünyası’na mensup halkların kendinden bir parça bulabileceği Atayurt’un adıdır. Türk Dünyası’na yönelik olarak Moğolistan merkezli bilimsel ve kültürel faaliyetlerin arttırılması bu minvalde mühimdir. 

Türkiye’nin bu bağlamda sorumluluğu diğer Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarına nazaran daha büyük olup, Moğolistan ortak paydasında Türkiye-Türk Dünyası ilişkilerinin yeni bir sinerjiye ihtiyacı duyduğu açıkça görülmektedir.