Merkel Sonrası Dönemde Türkiye-Almanya İlişkileri

Armin Laschet’in CDU’nun 33. kongresinde genel başkan seçilmesiyle birlikte Türk kamuoyunda Türkiye ve Almanya arasında yeni bir bahar dönemine giriliyormuş algısı oluştu. Özellikle de yeni genel başkanın PKK’nın Alman parlamentosundaki gayri resmi temsilcisi konumundaki Sevim Dağdelen ile bir televizyon programında yaşadığı tartışmaya ait görüntüler sosyal medyada çokça paylaşıldı ve adeta “PKK’ya gününü gösterecek kahraman” geldi havası estirildi. Terör örgütü konusunda tavrı net bir şahsın kuvvetle muhtemel Almanya başbakanı olacak olması Türkiye açısından en azından olumsuz bir gelişme değildir. Ayrıca CDU’nun Türkiye karşıtlığı ile bilinen Türk kökenli politikacısı Ali Ertan Toprak’ın Laschet’in seçilmesinden dolayı memnuniyetsizliğini dile getirmesi de yeni genel başkanın hanesine artı olarak düşülebilir. Ama duyguları kenara koyarak soğukkanlı bir analiz yapılır ve Almanya gibi köklü sisteme sahip devletlerin dış politikalarının şahıslar tarafından belirlenmediği hatırlanırsa, gereksiz bir coşku içerisine girmenin çok mantıklı olmadığı anlaşılacaktır.
Öncelikle şunu söylemek gerek: Armin Laschet'in CDU Genel Başkanı olarak Angela Merkel’in koltuğuna oturması mutlaka Almanya’nın yeni Başbakanı olacağı anlamına gelmiyor. Bunun için öncelikle hem kendi partisinin hem de ittifak partisi CSU’nun ortak Başbakan adayı olması ve devamında genel seçimlerden zaferle çıkması gerekiyor. Burada belirleyici en önemli nokta ise Almanya’nın nüfus sayısı bakımından 3. Büyük eyaleti Baden-Württemberg ile 6. Büyük eyaleti Rheinland-Pflaz'da 14 Mart’ta yapılacak olan eyalet parlamentosu seçimleri. Bu eyaletlerde elde edilecek seçim başarısı ya da başarısızlığı başbakan adayının belirlenmesinde önemli bir etken olacak.
İkincisi ise Laschet’in kendi partisi içerisindeki konumu. 992 delegenin oy kullandığı ve Üç adayın yarıştığı genel başkanlık seçiminin İlk tur oylamasında Friedrich Merz 385, Laschett ise 382 oy aldı. İki adayla yapılan ikinci tur oylamasında Armin Laschet, Merkel’in dolaylı desteğine rağmen 521 oy alabildi. Rakibi Merz ise 466 delegenin oyunu aldı. Görüldüğü üzere aradaki fark son derece azdır. Eğer kongrede 30 oy yer değiştirmiş olsaydı şu an CDU’nun başında Armin Laschet değil, Friedrich Merz olacaktı. Merz’in Mücadeleci kişiliği, karizması ve CDU delegesinin neredeyse yarısının oyunu almış olması, Laschet’in parti içi mücadelede elinin çok da rahat olmayacağını göstermektedir.
Türkiye açısından önemli olan nokta; yeni CDU Genel Başkanı ve müstakbel başbakanın (her şey yolunda giderse) dış politika hakkında ne düşündüğüdür. Laschet şimdiye değin yalnızca bir eyaletin başbakanıydı. Dolayısıyla yönettiği eyaletin iç huzurunu tehdit eden bir terör örgütüne karşı sert tutum takınması gayet normaldi. Ayrıca eyaletteki sol partilerde çok sayıda PKK yandaşının siyaset yapması ve örgüt sempatizanlarının sol partilere oy vermesi, Hristiyan demokratları doğal olarak diğer tarafta konuşlandırmıştı. Ama Laschet yarın Almanya gibi küresel aktör olma çabasındaki bir devletin başına geçtiğinde Alman devletinin geleneksel politikalarından ayrışıp, aynı sert tutumu sürdürebilecek mi? İşte orası şüpheli. Sonuçta PKK Orta Doğu’daki güç mücadelesinde Almanya’nın da zaman zaman kullandığı önemli enstrümanlardan biridir ve hiç kimse daha kullanışlısını bulmadan böyle bir enstrümandan vazgeçmez. Laschet dönemi Almanya’sı PKK’ya uygulanan bugüne kadarki “resmen yasak, fiilen serbest” politikasını devam mı ettirecek yoksa “resmen yasaksa fiilen de yasak olsun” görüşünü mü savunacak bilmiyoruz. Fakat yaşanan tecrübelerden çıkarılan sonuç “resmen yasak, fiilen serbest” politikasının Laschet döneminde de aynen devam edeceği yönündedir. Dolayısıyla Laschet Başbakan olsa da olmasa da Almanya-PKK ilişkisinde radikal bir değişiklik olma ihtimali yok denecek kadar azdır.
Peki yeni CDU Genel Başkanı’nın gelişiyle en azından Almanya-YPG ilişkisinde değişen bir şeyler olabilir mi? Bu da şimdilik pek mümkün görünmemektedir. Almanya’nın YPG’yi PKK’dan farklı değerlendirdiğini ve bir terör örgütü olarak görmediğini biliyoruz. Merkel, Afrin’e yapılan zeytin dalı operasyonunu için “kabul edilemez” ifadesini kullanmış ve harekâtı “en güçlü bir biçimde kınadığını” belirtmişti. Laschet de 2019 yılı sonlarında bir gazeteye verdiği röportajda “Türkiye tarafından sıkıştırılan Kürtleri nasıl koruyabiliriz”[1] ifadesiyle Türkiye’nin Suriye’deki terör unsurlarına müdahalesinden memnun olmadığını ima etmişti.
Fakat asıl büyük fikir ayrılığı muhtemelen Suriye konusunda yaşanacaktır. Türkiye’nin Suriye meselesindeki olmazsa olmazı Esad’ın gitmesidir. Fakat Laschet Suriye’de Esad’lı bir çözümden yanadır. 2014 yılında IŞID’in otoriter bir rejimden daha tehlikeli olduğunu belirterek; Esad’ın otoriter olmakla birlikte farklı dinlere serbestlik tanıdığını ve radikal İslamcılarla mücadelede önemli bir isim olduğunu söylemişti.[2] 2014 yılında Suriye’de yaşanan kargaşa konusunda ABD’yi suçlayarak, Amerikalıları İŞİD ile işbirliği yaparak Easd rejimini devirmeye çalışmakla itham etmişti.[3] 2018 yılında Bir twitter paylaşımında muhaliflerin kontrolündeki doğu Guta’ya yapılan kimyasal saldırıyı Esad rejiminin değil, İŞİD’in yaptığını iddia eden bir twitter paylaşımı yapmıştı[4]. Yine bir başka açıklamada dönemin CDU genel başkanı Kramp-Karrenbauer’in Suriye'de bir tampon bölge kurulması önerisini “tampon bölge ile tam olarak neyin kastedildiğinin çok belirsiz olduğu” gerekçesi ile eleştirmişti. Ayrıca Rusya’nın Suriye’deki varlığının Laschet’i çok rahatsız etmediği de bilinmektedir. Özellikle İdlib’teki muhaliflerin etkisiz hale getirilmesi ve Esad rejimin devam etmesi konusunda Rusya ile bir uyum içerisinde olduğu anlaşılmaktadır.
Bunun yanında Mısır konusunda da Laschet’in Türkiye’yi yöneten siyasi iradeden 180 derece farklı bir çizgide bulunduğunu söylemek gerekir. Laschet, Alman Dış İşleri Bakanı Guido Westerwelle’nin Mısır’a darbe sonrasındaki ziyaretinde ilk talebin devrik Lider Mursi’nin serbest bırakılmasıyla ilgili olmasını eleştirerek, Hristiyanların ve diğer azınlıkların Mursi döneminde zulüm gördüklerini dile getirmiş [5], darbeci Sisi hükümetini “Mısır’daki Hristiyanların tek koruyucusu” şeklinde nitelemişti[6]. Yine geçen yılın Eylül ayında Mısır’dan kaçırılan dört adet tarihi heykelciği Kuzey Ren Westfalya Başbakanı olarak törenle Mısır büyükelçisine teslim etmesinden, Sisi yönetimiyle arasında her hangi bir sorun bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Tüm bunlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde Merkel sonrası dönemde Almanya’nın PKK ve YPG’ye bakış açısında büyük bir değişiklik olmayacağı söylenebilir. Ayrıca Muhtemel Almanya Başbakanının Mısır ve özellikle de Suriye konusunda Türkiye’den çok farklı düşündüğü ortadadır. Laschet’in PKK’ya karşı olan net tavrı nedeniyle Türk kamuoyunun aşırı bir iyimserlik ve beklenti içerisine girmesinin anlamı yoktur. Yaşanan tecrübeler bu tür beklentilerin hep hayal kırkılığı ile sonlandığını göstermektedir.
Türkiye ve Almanya bir taraftan Ortadoğu’da karşılıklı güç mücadelesi veren ama diğer taraftan da birbirlerine ihtiyacı olan iki ülkedir. Aralarındaki ilişki bazen sevişerek bazen de dövüşerek devam edecektir. İki ülke arasındaki sorunların geçmişe ya da şahıslara takılıp kalmadan rasyonel bir düzlemde ele alınması her iki ülkenin de yararına olacaktır.
[1] https://www.augsburger-allgemeine.de/politik/Armin-Laschet-ueber-Syrien-Vorstoss-So-etwas-kann-man-besser-abstimmen-id55825006.html
[2] https://www.tagesspiegel.de/politik/unklare-kante-armin-laschets-irritierende-aussenpolitische-positionen/26828462.html
[3] https://www.sueddeutsche.de/politik/laschet-aussenpolitik-putin-russland-1.5180476
[4] https://twitter.com/ArminLaschet/status/987707102700457990
[5] https://www.welt.de/politik/deutschland/article118945878/Zu-lange-in-der-Sonne-FDP-attackiert-Laschet.html
[6] https://twitter.com/ArminLaschet/status/369208182242955264