Geleneksel Dünya’da Geleneksel Dış İlişkiler
Prof. Dr. Konuralp Ercilasun
Bugünkü uluslararası ilişkiler kurallarının temelini bazı araştırıcılar Vestfalya Barışına, bazıları da Viyana Kongresi’ne bağlar. Bu ikisi arasında modern uluslararası sistemi Viyana Kongresi ile başlatma eğilimi daha yaygındır. Peki, bu tarihlerden önce uluslararası ilişkilerin özellikleri neydi? Neden modern dönemdeki devletten devlete ilişkileri önceki dönemlere göre ayrı inceleme ihtiyacı hissediyoruz? Aslında modern uluslararası ilişkilerdeki farklılaşma daha genel bir takım dönüşümlerin sadece bir sonucu muydu? Türk Tarihinde Hunlar ismini taşıyan kitabımda Hun-Çin ilişkilerine eğilirken bu soruları da düşündüm. Bütün bir tarih ele alındığında bazı genel sonuçlara ulaştım. Böylece Hun-Çin ilişkileri örneğinde yukarıdaki soruların bazı net cevaplarını verebildim. Şimdi geleneksel dünyada geleneksel dış ilişkileri kitapta da bahsettiğim Hunlar örneğinden takip edebiliriz.
Geleneksel devletler
Hunların diğer siyasi güçlerle olan ilişkilerine baktığımızda burada kaynaklarımız Çinliler tarafından yazıldığı için Hunların en fazla Çin ile ilişkileri hakkında bilgi sahibiyiz. Hunların diğer güçlerle olan ilişkileri sadece Çin için bir anlam ifade ediyorsa kaynaklar bize bunu naklediyor. Diğer bir deyişle Çin’i ilgilendirmeyen ilişkiler, başka bölgeler için ne kadar önemli olursa olsun Çin kaynaklarında yer bulmuyor. Bütün bunlara rağmen dünya tarihindeki geleneksel devlet yapılarını ve geleneksel devletler arası ilişkileri düşündüğümüz zaman kaynaklarda görülen bazı uygulamaların aslında eski dünyanın genel özellikleri olduğu sonucunu çıkartabiliriz.
Modern uluslararası ilişkiler öncesi siyasi hâkimiyetlere baktığımızda bir takım uygulamaların aslında küresel çapta yaygın kullanılan uygulamalar olduğunu görürüz. Devletler arası ilişkilere doğrudan tesiri olması sebebiyle bu ilişkilerin temel özelliklerine geçmeden önce geleneksel devletlerin hâkimiyet anlayışını bir hatırlamak gerekir. Modern devletler öncesi dönemde ülkeler, hanedanlar tarafından yönetilmekteydi. Bu, hâkimiyetin belli bir ailenin elinde olması demek olan monarşiydi. Hun hâkimiyeti de, Çin hâkimiyeti de bu monarşik yapının içindeydi. Dolayısıyla ülkeler belli bir aile ve belli bir soy tarafından yönetiliyor, sonra çeşitli sebeplerle o soy devrilip yerine başka bir soy hâkimiyet kuruyordu.
Dünürlük: Geleneksel dünyada barış veya ittifak
Devletler sisteminin aileler üzerinden gittiği bir çağda devletler arası ilişkilerde hâkim aileler arası ilişkiler önem kazanıyordu. Bunlardan biri evlilik ve akrabalık ilişkileri idi. Hâkim sülaleler arasında evlilik yoluyla hısımlık ve akrabalık bağı kurulması, geleneksel devletler arası ilişkilerin temel yapı taşlarından biriydi. Bu sebeple tarih boyunca bu tip hanedanlar arası evlilikler sık görülen bir uluslararası ilişkiler yöntemiydi. Kaynaklarımızı Çinliler yazdığı için Hun Tanrıkutlarına gönderilen Çinli prensesleri atlamadan yazmışlardır. Yukarıda da dediğimiz gibi Hunların diğer güçlerle ilişkileri kaynaklarımız açısından o kadar da önemli değildir. Bu sebeple o ilişkiler tam olarak yansıtılmamaktadır. Diğer ilişkiler bütünlüklü bir şekilde yansıtılmayınca, günümüz tarih algısında bir çarpıklık oluşmakta ve bu evlilikler, “Çinli casus prenses” veya “Çinli prenseslere düşkünlük” temasına hapsolup kalmaktadır. Çin’in, sık sık bu evlilik ilişkisinde göndermiş olduğu prenseslerden casusluk amacıyla veya karşıdaki muhatabı yumuşatma amacıyla faydalanmak istemesi de bu temayı güçlendirmektedir. Hâlbuki bu evlilikler, kapsamlı siyasi ilişkilerin sadece bir yönü idi. İki ülke arasında sınır belirleme, vergiler, bazen savaş tazminatı ve bunların yanında evlilik bağı kurmak bir arada giden bir ilişkiler bütünüydü.
Çin kaynaklarının seyrek olarak değindiği Hunların diğer güçlerle olan ilişkilerine bakınca bu tür ilişkilerin benzerlerini yine görmekteyiz. Nitekim Cı-cıTanrıkut, batıya yönelip Semerkant’la ittifak ilişkisi kurduğunda Semerkant Beyiyle karşılıklı kız alıp vermişti. Bir tek bu örnek bile bu ilişkilerin sadece Hunlar ve Çinliler arasında olmadığını göstermeye yeter, ama bir de dünya tarihi düşünülürse Avrupa’da hanedanlar arası evlilik ilişkileri çok yakın zamanlara kadar devam etmiştir. Dolayısıyla bunu genel bir olgu olarak almak gerekir.
Evliliği de kapsayan bu tip çok yönlü anlaşmaları Çin kaynakları Çince “hı-çin” kelimesiyle karşılamışlar ve bu kelime zamanla kaynakların yüzlerce yıl kullandığı bir terminoloji hâline gelmiştir. Kelime anlamı “akrabalık yoluyla uyum” demek olan bu kavramın Türkçe karşılığını bizce en güzel İsenbike Togan “dünürlük” şeklinde ifade etmiştir.[1] Türkçeye daha uygun bu tabirin söz konusu anlaşmalar için bir kavram olarak yerleşmesinin iyi olacağı kanaatindeyiz. Diğer yandan bozkırdaki ve Hunlardaki dünür boyları da hatırlanırsa Hun iç-dış ilişki yapısını daha iyi anlamak mümkün olur. Hun Tanrıkutları içeride dünür boylarından, dışarıda ise diğer devletlerin hâkim sülalelerinden evlilikler yapıyordu. Görüldüğü gibi bu evlilikler iç ve dış siyasetin birer parçasıydı. Bu gelenek sadece bozkırda değil, Batı Asya’da da Osmanlı’nın ilk zamanlarına kadar devam etmiştir.
Rehinleşme: Geleneksel dünyada saldırmazlık anlaşması
Geleneksel devletler arası ilişkilerin diğer bir unsuru, rehin müessesesidir. Bu rehin müessesesi, bir nevi günümüz dış ilişkilerinin saldırmazlık anlaşması gibi algılanabilir. Bir hanedan üyesini diğer hanedanın yanına göndererek orada ikamet etmesine rıza göstermek, bir saldırı yapılmayacağının garantisidir. Tuman Tanrıkut’unYüe-cı akını bunun bir istisnası olup, orada amaç zaten Yüe-cı’larınMotun’u ortadan kaldırmasını sağlamaktı. Bir başka örnekte Hunlar, ikinci hâkimiyet devresine yeni başladıklarında Wu-ley Tanrıkut’un oğlu sınırlara akınlar yapmıştı. Bunun üzerine Çin, Wu-ley Tanrıkut’un rehin olan diğer bir oğlunu öldürmüş ve bunu da gizli tutmuştu. Rehin müessesesi dünürlük ilişkisinden farklı olarak çoğunlukla tek taraflı işler. Genelde zayıf taraf, güçlü tarafa bir rehin yollar ve bu aynı zamanda bir bağlılık göstergesi de olur. Ancak dünya tarihinde seyrek de olsa denk güçler arasında karşılıklı rehinleşme de görülebilmektedir.
Anlaşmaların süresi imzalayanların ömrüyle sınırlı
Devletlerarası ilişkilerde üçüncü belirtilmesi gereken ve belki de en önemli husus anlaşmaların süresi meselesidir. Modern uluslararası ilişkilere kadar dünya tarihinde anlaşmalar, onu imzalayanların taht ömürleri ile sınırlıydı. Bunun istisnaları olmakla birlikte bu husus bütün eski dünyada görülürdü. Bu özellik, ancak son birkaç yüzyılda hâkimiyetlerin ailelerden halklara geçmesiyle son buldu. Bu sebeple başa her yeni bir hükümdar geçtiğinde anlaşmalar yenilenirdi. Bugüne kadarki araştırmalarda geleneksel dış ilişkilerin bu özelliği dikkate alınmadığı için kaynaklarda belirtilen anlaşmalar, belli bir kapsama oturtulamadı. Bir savaş hâli yokken anlaşmaların yenilendiği söylenip geçildi ve neden yenilendiği üzerinde pek durulmadı. Aslında Hunlarla ilgili kaynaklarımızın dikkatli bir okunması bu durumu net olarak ortaya koyuyor. Başa her yeni bir Tanrıkut geçtiğinde dünürlük anlaşması yenileniyordu. Aynı şekilde Çin tarafında da bir taht değişimi olduğunda anlaşmalar yenileniyordu. Yani taraflardan herhangi birinin değişmesi anlaşmayı yenilemeyi gerekli kılıyordu. Tabii ki bu durum bir anlaşma varsa geçerliydi, yoksa savaş durumu varsa o devam ediyordu.
Kaçakları üst makamlarda kullanma rahatlığı
Bu konuda dördüncü belirtilmesi gereken husus karşılıklı sığınmalar ve birbirinin elemanını kullanmalar meselesidir. Tarihçilik geleneğimizde sürekli olarak bozkırdan Çin’e kaçanlar veya sığınanlar dikkat çekti ve araştırmalarda da buna ağırlık verildi. Bu bakış bize has olmayıp, bazı Batılı araştırıcıların da algısı bu yöne odaklandı. Hâlbuki kaynakların sorgulanarak okunması hâlinde kaçma veya sığınmanın karşılıklı olduğu görülür. Hun veya Çin’den hangisi güçsüzlüğe veya karışıklık içerisine düşerse öbür tarafa doğru bir çekim merkezi oluşuyordu. Bu durum sonraki yüzyıllarda da uzun bir süre devam etti. Bu genel sığınmanın bir alt konusu olarak düşünülebilecek olan üst düzey komutanların veya beylerin kaçmaları hâdisesidir. Hunlarda cezalandırılmaktan korkan veya hâkimiyet mücadelesini kaybedenlerin Çin’e sığındığını gördüğümüz gibi, Çin’in büyük komutanlarından da cezalandırılmaktan korkup bazen ordularıyla birlikte Hunlara sığındığını görmekteyiz.
Bizim modern devletler anlayışımızda kavranması zor olan ise her iki tarafta da sığınan bey veya komutanların yine yüksek makamlarda kullanılmasıdır. Bunu Hunlar üzerine uğraşan bazı araştırıcılar garipsemiştir. Hâlbuki burada yine geleneksel devlet anlayışı ile modern devlet anlayışı arasındaki fark yatar. Dünya tarihine genel olarak baktığımızda bu konuda ne Hunlar tektir ne de Çin… Geleneksel devletler kendilerine sığınmış bir yüksek memura yine yüksek bir makam vermekten imtina etmezlerdi. Üstelik bu makamlar onursal olmayıp, doğrudan aktif görevler de olabilirdi ki bu anlayış dünya devletlerinde 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Modern devletler ise vatandaşlık konusunda hassas olup kendilerine gelen yüksek düzeyli bir yabancıya vatandaşlık vererek saygı gösterseler dahi onu aktif görevlerde kullanmazlar. Yaşadığımız ve alıştığımız dünya bu şekilde olduğu için geleneksel devletlerin yabancılara görev vermekteki rahatlığı ilk başlarda bizi şaşırtır. Ancak meseleleri o devir dünyasının anlayışı içerisinde düşünmek gerekir. Bu şekilde düşündüğümüz zaman LiLing ve LiGuang-li gibi komutanlarla ilgili hadiseleri veya Çin adına savaşan Çinli olmayan komutanları anlayabiliriz. Hatta kaynaklarda karşımıza Çin’den ayrılmak istemeyen bir Çinli gibi çıkıp, ayrılmaya zorlanınca Hun tarafına geçen Cong-hangYüe’nin dahi aslen Hun çıkabilme ihtimali bizi şaşırtmaz.
Geleneksel uluslararası ilişkilerin dört unsuru:
Bunları göz önüne alarak geleneksel sistemdeki uluslararası ilişkilerin dört unsuru tespit edebiliriz:
- Dünürlük
- Rehinleşme
- Anlaşma Ömürleri
- Yabancı Kullanımı
Elbette başka unsurlar da vardır, ama bu yazıda Hunlar vesilesiyle tespit edebildiklerimiz bunlardır.
Değişim uluslararası ilişkilerde mi, devlet yapılarında mı?
Şimdi modern devirde ne değişti ona bakalım. Osmanlı devri de dâhil olmak üzere bütün eski küresel sistemin bu esaslar üzerine yükseldiğini görmekteyiz. Bu temel prensibin değişmesinin ana sebebi devletlerin içyapısındaki değişimdir. Klasik sistemde millet hâkimiyeti sülaleler aracılığıyla temsil edilirdi. Ancak Fransız İhtilali sonrası gelişmeler, hâkimiyetin temsilini adım adım ailelerden halklara doğru çevirdi. Halk hâkimiyeti söz konusu olunca da bu dört unsur da değişikliğe uğradı:
- Hâkimiyetin temsili sülalelerdeyken dünürlük kurmak önemliydi. Sülale kalmayınca dünürlük sistemi de kalmadı. Bugün İngiltere gibi birçok gelişmiş devletin sülaleleri ancak sembolik anlamdadır. Bu şekil özelliği bizi yanıltmasın. Gelişmiş dünyada artık halk hâkimiyeti esastır.
- Rehin, hâkim sülalenin bir aile ferdidir. Hâkim sülale gidince rehin de gitti.
- Sülale hâkimiyetinde tahtta olan aile ferdi, devletin bütün temsil yetkisine sahiptir. İçerde “ferman padişahındır”; dışarda Devlet-i Aliyye “Ahitname” verir.[2] Hâliyle devletin vücut bulmuş hâli olan padişah, sultan, imparator veya kral ölünce yeni gelen yeni bir anlayış getirmekte serbesttir. Hâkimiyetin temsili ailelerden halklara geçince anlaşmaların süresi, kişilerin sınırlı ömürlerinden çıktı ve milletlere mal oldu.[3]
Bu durumda ABD Başkanı Trump’ın en az iki yüzyıllık bir dünya geleneğini hiçe sayıp “ben imzalamadım” diye İran anlaşmasını feshetmesi anakronik bir durumdur. Bu şekilde Trump, tıpkı ihtilal öncesi Fransız kralı gibi “devlet benim” demektedir. Bu anlayışın dünyada yaygınlaşması kargaşa getirir. Çünkü hiçbir anlaşmanın kıymeti kalmaz. Bu sebeple, Trump’ın bu hareketi, tarihte anakronik bir sapma olarak kalacaktır.
- Hâkimiyet temsili sülaledeyken bağlılıklar, doğrudan doğruya hükümdarın şahsınaydı. Eski zamanlarda insanlar kaçtıkları zaman, kendi hükümdarlarına olan bağlılıklarını bırakıp yeni yerin hükümdarına bağlılık bildiriyorlardı. Devletin temsili kişiden halka geçince bağlılık da yön değiştirdi. Artık insanların bağlılıkları devlet başındaki kişilere değil, içinde yetiştikleri kendi milletlerine… Bu durum, kişiye bağlılığa göre daha yüksek bir ideal ve daha derinden bir bağ. Bu bağlılığın yön değiştirmesi çok zor. Günümüzdeki örneklerde artık ya çok küçük yaştan başka bir toplumda yetişerek ya da uzun bir süre başka bir toplumda yaşayarak bağlılık belki değişebiliyor. Çoğu durumlarda ise bu değişim süresi bir nesli aşıyor. Dolayısıyla günümüzdeki devletler, doğrudan kendi vatandaşları olmayan insanları aktif yüksek mevkilere koymaktan haklı olarak çekiniyorlar.
Temel değişim: Hâkimiyet temsilinin ailelerden halklara geçmesi
Sonuç olarak, hâkimiyetin ailelerden halklara geçmesinin temel değişimi oluşturduğunu, böylece devlet yapısının değiştiğini, bunun da uluslararası ilişkileri etkilediğini söyleyebiliriz. Böylece uluslararası ilişkiler, kişilerin ömrünü aştı, milletlerin uzun vadeli menfaatlerine bağlı hâle geldi. İnsanlığın genel olarak ileriye gittiği düşünülürse bazen çıkan eskiye benzeyen örnekler, tarihin akışını tersine çevirmez. Sadece anakronik bir dipnot olur.
[1] İsenbike Togan – Gülnar Kara – Cahide Baysal, Çin Kaynaklarında Türkler: Eski T’ang Tarihi (ChiuT’ang-shu), Ankara: TTK Yayınları, 2006, 133.
[2] Özellikle Osmanlı’da Avrupa devletlerine yönelik ahitnameler adeta padişahın bir lütfudur. Bu konuya dikkatimi çeken İskender Öksüz’e teşekkür ederim.
[3] Bu konuda geleneksel anlayış ile modern anlayışın farkını 3. Selim’in Fransa Dışişleri Bakanıyla yaşamış olduğu ilişki net bir şekilde yansıtıyor. Söz konusu olay için bk. Bilge Ercilasun, Batı Medeniyeti ve Düşündürdükleri, Edebiyat Tarihi ve Tenkit, 209.