Çin Neden İçe Kapanıyor?
Prof. Dr. Hilmi DEMİR
Altmış beş ülkeyi, 3 milyar nüfusu ilgilendiren “Bir Kuşak Bir Yol” (One Belt One Road-OBOR) projesi başlatan Çin’in içine kapandığını söylemek belki iddialı gelebilir. Hatta dünyanın her yerinde yatırım yapan Afrika’yı bile Çinleştiren bir ülkeden bahsettiğimin de farkındayım. Bu nedenle yazıyı sonuna kadar sabırla okumanızı isteyeceğim...
Çin, sadece ekonomik ve teknolojik olarak büyümüyor, kendisiyle birlikte tüm dünyayı da dönüştürüyor. “Bir Kuşak Bir Yol” projesi, başta Asya-Avrupa hattındaki önemli ekonomiler arasında bir ulaştırma altyapısı, ticaret ve yatırım bağlantısı kurmayı amaçlıyor. Projenin kara ve denizden iki önemli uluslararası ticaret güzergâhı bulunuyor; kuşak kısmını oluşturan İpek Yolu Ekonomik Kuşağı ve yol kısmını oluşturan Deniz İpek Yolu. Bu proje ile Çin dünyadaki mevcut ticaret yollarını ve Avrupa’nın belirleyici rolünü kökten değiştirmiş oluyor. Böylece Çin yalnızca dünya ekonomisinde ABD’yi geçerek zirveye ulaşmıyor dünya sistemini ve bölgesel güç dengelerini de değiştiriyor. Buraya kadar Çin’in yaptıkları ve yapmak istedikleri konusunda Asya ve Orta Doğu ülkelerinin çok büyük çekinceleri yok. Hatta Türkiye açısından da “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin yeni ve önemli fırsatlar sunacağını söyleyebiliriz.
Fakat tarihî tecrübe bize gösteriyor ki, yollar yalnızca ticari entegrasyonun ve etkileşimi getirmiyor; yollar aynı zamanda kültürleri de birbirine taşıyor. Tarihî İpek Yolu’nu düşünürsek Asya’dan Avrupa içlerine yalnızca ipeği, baharatı, değerli madenleri taşımadı aynı zamanda Asya’nın kültürünü inancını da taşıdı. Hatta Türkistan coğrafyasındaki Yesevilik, İpek Yolu aracılığıyla Balkanlara kadar uzanabildi. İşte Çin’in de çıkmazı tam burada başlıyor, ekonomi ve yatırım için yolları açan Çin, bu yolların birbirine ulaşmasını engelleyecek biçimde kültürel duvarlar örüyor. Diğer bir ifadeyle ekonomik olarak dünyayı küresel bir pazar hâline getirmeye çalışan Çin, etrafına özellikle de Asya’ya kalın dinî-politik duvarlar örüyor. Bu durum Çin’in en büyük çıkmazı olarak karşımıza çıkıyor.
Çin’in Uygur Türklerine karşı uyguladığı zulüm ve baskı politikaları "radikalizm" veya "terörle mücadele" olarak yansıtılsa da asıl neden kültürel içe kapanıştır. Çin küreselleştikçe çözülmeden, komünist değerlerin aşınmasından korkuyor. Çin küresel sisteme entegre oldukça ve büyüdükçe insanlarında da ahlaki bir boşluk oluşuyor ve bu giderek derinleşiyor. Çin bunun İslam ve Hristiyanlık tarafından doldurulması yerine, yerel inançlarca doldurulması gerektiğini düşünüyor. Bunun tersinin olması durumunda komünizmin aşınacağını, geleneksel Çin aile ve toplum yapısının bozulacağını düşünüyor.
Çin Komünist Partisi (ÇKP) resmen ateisttir. Parti, yaklaşık doksan milyon parti üyesinin dinî inanç sahibi olmasını yasaklar. Çin'de Komünist Partisi uzun yıllar uyguladığı ateist programa ve eğitime rağmen insanların inanma ihtiyacını dizginleyemiyor. 1980’lerden itibaren Çin’de çok ciddi bir dinî canlanma yaşanmaya başladı. Tüm direnmelere rağmen Çin Anayasasının 38. Maddesi vatandaşların “dinî inanç özgürlüğünden yararlanmasını” kabul etti ve Şubat 2018’de de din işleri ile ilgili yeni düzenlemeler ile devlete kayıtlı dinî kuruluşların mülk sahibi olmalarına, dinî yayın çıkarmalarına ve din adamlarını eğitmeye izin verdi. Fakat tüm bunlar sıkı denetim altında tutulmaya devam ediyor…
Neden mi? Dinî demografiye baktığımızda bunun nedenini daha kolay anlayabiliyoruz. Ateizmin bilimselliği çökerken Çin toplumu mitolojik ve kült unsurlar içeren geleneksel inançlara yöneliyor. Bugün
ÇİN'DE ATEİZM DÜŞÜŞTE
Çin nüfusunun yaklaşık %19’unun Budist, %22’sinin geleneksel inançlara bağlı, %6’sının Hıristiyan %2’sinin ise Müslüman olduğu varsayılıyor.(*) Bu durumda %61’lerde olduğu varsayılan Ateizmin 10-11 puan gerilediği görülüyor. Bugün Çin’de 700 milyon insan şöyle ya da böyle bir inanca sahip gözüküyor. Bu sayının 1980’lerde 150-200 milyon olduğu düşünülürse dinî canlanmanın hızı daha iyi anlaşılabilir. Çin’in karma ekonomiye geçişi ve ekonomik dönüşümü Çin’i yalnızca ekonomik olarak dönüştürmüyor, Çin Komünist partisinin savunduğu dinî-politik değerleri de dönüştürüyor. Ve inanın Çin bundan ciddi anlamda endişe duyuyor. Sonuçta insanlar geleneksel ve yerel dinlerine yöneliyorlar. Komünist Parti Çinlilerin kökü dışarı olan İslam ve Hristiyanlık gibi dinlere inanmak yerine yerel dinlere inanmasını tercih ediyor.
Çin halk dinlerinin katı bir örgütsel yapısı yok, temel kutsal kitaplara sahip değiller, belki de en önemlisi Çin’in sosyalist toplumsal modeline tehdit oluşturmuyorlar. Budizm ve Taoizm karışımı inançlar atalara, ruhlara veya diğer yerel tanrılara ibadet ve özel törenlerle kendini gösteriyor. Yeni tapınakların inşası ve eski tapınakların restorasyonu Çin'deki Budizm ve halk inançlarının büyümesine işaret ediyor. Budizm, Taoizm ve diğer halk inançları yerel unsurlar taşıdıklarından ilgi görüyor ve Çin’in yerel kimliğinin bir parçası olarak da baskıya uğramıyor. Ayrıca halk yaşadığı derin ekonomik yoksulluk ve alamadığı sağlık hizmetlerini de bu tür geleneksel inançlara başvurarak gidermeye çalışıyor. Ayrıca Çin Budizm’i özellikle diğer Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmek için de desteklemeyi tercih ediyor.
Çin, Çin kimliğini aşındıracağını düşündüğü için özellikle kendi kültür dünyasına ait olmadığını düşündüğü İslam ve Hıristiyanlığa yönelik baskıları giderek artırıyor. Elbette Uygur Türklerine karşı uyguladığı dışlayıcı politikaların başka sebepleri de var. Ama bu sebeplerle birleşen korkuları baskının şiddetini giderek artırmaktadır. Zira Çin Hristiyanlığı da dizginlemek için çok ciddi adımlar atıyor. Önceleri Papalıkla anlaşarak Katolik kiliselere papaz atma hakkını eline alan Çin Katolikliği kontrol etse bile Protestan mezhebinin giderek artan nüfusunu baskılayamadı. Çünkü Protestanlık Katoliklik gibi merkezi bir otorite tarafından kiliselerine papaz atamıyordu. İki üç kişi bir araya gelerek bir cemaat ve bir kilise topluluğu kurabildikleri için, Çin’de çok hızlı yayılmaya başladılar.
Birçok Çinli Protestan’ın baskılar nedeniyle inancını açığa vurmadığı düşünülüyor. Bu nedenle de Hristiyanların sayısının 100 milyona ulaşmış olabileceği tahmin ediliyor. Dolayısıyla Çin’de Müslümanlar gibi Protestanlar da bu korku ve içe kapanma dalgasından etkilenmeye başladılar. Çin İncil’in de Sosyalist devlet programı ile uyumlu hâle getirilmesini talep ediyor. China Aid 2017 raporunda, 650 kilise lideri de dâhil olmak üzere 3.700'den fazla kişinin gözaltına alındığı belirtiliyor.
MAO'NUN HAYALİ...
Yerel olmayan dinlere karşı artan baskılar Çin’de Mao’nun hayalinin geri döndüğü tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Çünkü Çin’in ekonomik hedefleri ile dinî-politik hedefleri arasında tam bir zıtlık oluşmaya başladı. Bir tarafta küresel sisteme entegre olmaya çalışan bir Çin var, diğer yanda da tam bunun zıddına kültürel duvarlar ören bir Çin var. Özelikle Çin’in Uygur Türklerine karşı uyguladığı baskı rejimi de terörle mücadelesine hizmet etmiyor. Terör uzmanları dinî inançlar konusundaki mühendisliğin ve baskıların radikalizmi azaltmadığı tam aksine artırdığını söylüyor. Çin’in Uygur politikaları, Uygurları daha da radikalleştiriyor. DEAŞ’a katılan ve Suriye’de kamplarda kalan Uygurlularla yapılan görüşmelerde Uygurlu kadınlar Çin’in peçelerine ve dinî hayat tarzlarına baskı yaptıkları ve İslam’ı yaşayamadıkları için DEAŞ’a katıldıklarını gösteriyor. DEAŞ’a katılımlarda ülkelerin uyguladığı baskı, dışlama, ötekileştirme politikalarının çok önemli bir payı var. Çin Uygur Müslümanlara bir zamanlar beyaz adamların siyahlara yaptıklarına benzer muameleler yaparak terörle mücadele edemez.
UYGURLARLA DEĞİL, SELEFİLERLE MÜCADELE ETMELİLER
DEAŞ konusunda yapılan çalışmalar DEAŞ’ın dinî ideolojisinin radikal Selefîlikten beslendiğini gösteriyor. Çin eğer Uygurların radikalleşmesi ile mücadele etmek istiyorsa öncelikle radikal Selefî ideolojinin yayılma hatlarını kesmek zorundadır. Oysa Suudi Arabistan Çin yakınlaşması bu hattın açık olmasına yardım etmektedir. Çin Vehhabi-Selefî ideolojinin destekçisi Suudi Arabistan’ın dinî ideolojisini yaymasına engel olmalıdır. Hatta Selefîlikle mücadelede ciddi ise Türk tecrübesini dikkate almalıdır. Maveraünnehir geleneğinin Anadolu’ya da ilham veren Hanefi-Matüridi-Yesevi üçlüsü hem Uygur Müslümanları hem de Orta Asya için Selefîlik karşısında çok önemli bir kalkan görevi görecektir.
Çin eğer “Bir Yol Bir Kuşak” projesini sadece ürettiği malları Avrupa pazarına ulaştırmak için yapmıyor ise kendi topraklarında İslam’ın bu kadim geleneğini canlandırmasından korkmamalıdır. Hatta bu “Bir Kuşak Bir Yol” projesi için de oldukça önemli bir dinî-jeopolitik olacaktır. Çin bu projesi ile Türk dünyasını da birbirine bağlayacak olduğundan Hanefi-Matüridi-Yesevi dini-jeopolitik Çin’in bu coğrafyayı kültürel olarak da birbirine bağlamasını sağlayacaktır. Böylece Çin ekonomik ve ticaret yolları projesine kültürel bir derinlik de kazandırmış olur. Fakat anladığımız kadarıyla Çin’in böyle bir derdi de iddiası da bulunmamaktadır. Tam aksine Çin sadece Avrupa pazarlarına ulaşmak istemekte ve açtığı yolardan kültürel akışı engelleyecek duvarlar örmektedir. Bu da Çin’in zamanla içe kapanmasına yol açacaktır. Çünkü Çin ne yaparsa yapsın ekonomik, teknolojik devrimlerin getirdiği rüzgâra karşı komünist-ateist toplum dayatmasını asla koruyamayacaktır.
.....
(*) http://www.globalreligiousfutures.org/countries/china#/?affiliations_religion_id=0&affiliations_year=2020®ion_name=All%20Countries&restrictions_year=20