09.04.2020 14:39 AYŞENUR KIRILMAZ A- A+

AVRUPA'NIN KABULLENMEDİĞİ MESULİYET: YUNANİSTAN SINIRINDA İNSANİ TRAJEDİ

AVRUPA'NIN KABULLENMEDİĞİ MESULİYET: YUNANİSTAN SINIRINDA İNSANİ TRAJEDİ

 

Ayşenur KIRILMAZ

Milli Politikalar Enstitüsü, Araştırmacı

2011 yılında patlak veren Suriye İç Savaşı, birçok alanda dünyanın çözmesi gereken mühim sorunlar yaratmıştır. İç savaş, kimyasal silah kullanımı, devlet dışı aktörlerin konumu, vekalet savaşları, sınır güvenliği, terör sorunu ve göç gibi konular, Suriye İç Savaşı’nın ardından karar alıcıların telaffuzunu sıklaştırdığı terimler haline gelmiştir. Bu süreçte gerek sınırdaş ülke olması gerekse de Avrupa’ya geçiş bağlamında son durak olarak görülmesi nedeniyle Türkiye, tarihinin en büyük kitlesel göç hareketiyle karşı karşıya kalmıştır.

Sınırdaş ülke olan Türkiye’nin insani yönü ağır basan yaklaşımı çerçevesinde göçmenler konusunda benimsediği “Açık Kapı Politikası” gibi stratejiler, ülkemize gelen göçmen sayısını arttırmıştır. Nitekim resmi rakamlara göre, 5 Mart 2020 tarihi itibarıyla ülkemizdeki Suriyeli sığınmacı sayısı 3.589.289 olarak kaydedilmiştir.(1) Üstelik yasadışı göç nedeniyle bu sayının çok daha fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu yüzden de Ankara, yaklaşık 9 yıllık süreçte Avrupa Birliği’yle (AB) birçok kez konuyu müzakere etmiş, yaşanan göçün sadece Türkiye’yi ilgilendirmediğini ve göçmen sorununun uluslararası kamuoyunu; yani tüm insanlığı ilgilendiren bir olay olduğunu vurgulamıştır.

2016 yılında yapılan geri kabul anlaşması ve çeşitli mutabakatlar çerçevesinde Avrupa Birliği’yle (AB) teorik düzeyde de olsa, bir konsensus sağlanmış ve buna bağlı olarak düzensiz göçün birlik ülkelerine olan yönünün engellenmesi için Ankara, gerekli sınır güvenliğini ve kontrolünü gerçekleştirmiştir. Ancak Türkiye’nin tüm anlaşma, uzlaşı ve çabalarına rağmen ne Suriye genelinde sulh ortamı oluşturulabilmiş ne de AB, yapılan anlaşmalar gereği verdiği ekonomik ve siyasi sözleri yerine getirmiştir. Milyonlarca sığınmacının tek mesuliyetinin Türkiye’nin omuzlarına yüklenmesi ve sahadaki çatışmaların daha da artması ise durumu gittikçe karmaşıklaşan bir krize dönüştürmüştür. Özellikle de İdlib’deki çatışmaların artmasıyla birlikte, Türkiye’nin yeni bir göç dalgasına maruz kalacağı endişesi oluşmuştur. Üstelik Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Türk devlet yetkililerinin yeni bir göç dalgasının Türkiye’nin kapasitesini aşacağı şeklindeki uyarıları da yanıtsız bırakılmıştır.

Tüm bu yaşananların ardından 28 Şubat 2020 tarihinde İdlib’de 33 Türk askerin şehit edilmesi, Türkiye’nin politika değişikliğine giderek tampon ülke olma durumunu reddetmesini gerekli kılmıştır. Söz konusu tarihten itibaren, Türkiye, sınır kapılarını Avrupa’ya gitmek isteyen mülteciler için açmıştır. Bu noktada sınıra gelen ve Avrupa’ya geçmek isteyen mültecilerin yalnızca Suriyelilerden oluşmadığı ve farklı uyruklara sahip göçmenlerin de Avrupa’ya geçmeye çalıştığı belirtilmelidir. Yani Türkiye’nin Asya’yı Avrupa’ya bağlayan ülke olması, sadece Suriyelileri değil; Afgan, Iraklı, İranlı, Pakistanlı ve Afrikalıların da Yunanistan sınırlarına yönelmesine yol açmıştır.

Gelinen noktada Türkiye’nin batı sınırında yoğunlaşan mülteci akını neticesinde mültecilere kendi meselesi olarak bakmaktan her zaman kaçınmış olan AB’nin teyakkuz halinde olduğu görülmektedir. Gerek yaşanan göç hareketi gerekse de hızla popülerleşen aşırı sağ partilerin ve hükümetlerin Avrupa ülkelerindeki yükselişi ise mülteciler için endişe oluşturmakta ve durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüştürmektedir. Ancak bu kriz, politik isteklerle ya da ekonomik imkanlarla değil; insani ihtiyaç ve güvenlikle çözümlenmesi gereken bir sorundur. Bu noktada Avrupalı devletlerin üzerine düşen görevi yapmak yerine, Türkiye’nin mültecileri geçişe mecbur bıraktığı şeklinde iddialarla “düşman yaratma” stratejisi uygulaması ise hayret vericidir. Zira Türkiye, kimseyi zorla diğer ülkelere yollamamakta; sadece gitmek isteyenleri durdurmaktan vazgeçmektedir.

Yunanistan örneğinden görüldüğü üzere batılı devletler, sınır güvenliğini artırarak geçişleri engellemeye çalışmaktadır. Daha da vahimi, Yunan polisinin işkence, kötü muamele ve şiddet eylemleri, Batı Dünyası tarafından göz ardı edilmektedir. Oysa mülteci sorunu, yalnızca Türkiye’nin değil; bütün insanlığın sorunudur. Üstelik Yunanistan’ın göçmenlere yaşattığı hak ihlalleri de sorunun uluslararası bir boyuta taşınmasını gerektirmektedir.

Yunanistan’a geçmek isteyen göçmenlerin önce başvurularının alınmaması, sonra da onlara karşı plastik mermilerin ve gaz bombalarının kullanılması insanlık adına utanç vericidir. Dahası Yunan karasularına geçen göçmen botların batırılması ve sınırı geçebilen kişilerin işkenceye maruz bırakılması da Avrupa’nın sıklıkla dile getirdiği Batı Medeniyeti söyleminin içinin boş olduğunu gözler önüne sermektedir. Zira AB’nin her geçen gün daha da keskinleşen mülteci politikası, kendini tanımladığı demokrasi ve insan hakları gibi normlarla da örtüşmemektedir. Yunanistan merkezli olarak AB, hem kendi müktesebatlarını hem de Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde kabul edilmiş hakları ihlal etmektedir. Zira AB’nin Temel Haklar Bildirgesi, “Sığınma Hakkı”nı, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14. maddesini ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kabul ettiği “Yaşam Hakkı”nı benimsemektedir. Dolayısıyla Yunanistan tarafından ihlal edilen bu haklar, birliğin ideallerinin de retorikten ibaret olduğunu ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak yaşanan düzensiz göçün insani bir perspektifle ele alınması gerekmektedir. Çünkü sorun, yalnızca Türkiye’yi ilgilendirmemektedir. Bu nedenle de başta Yunanistan ve AB olmak üzere, uluslararası alanda var olan tüm aktörlerin meseleye kalıcı çözüm bulabilmek adına sorumluluğu paylaşması gerekmektedir. Yaşanan bu insani kriz sebebiyle devletlerin karar alma mekanizmalarının empati kurması ve işbirliği yapması elzemdir. Nitekim hak ve özgürlüklerin kaybı nedeniyle göçe mecbur bırakılma ya da bir başka deyişle yerinden edilme durumu, insanlar için bir tercih değil; zorunluluktur.

(1) Detaylı bilgi için bkz: “Geçici Koruma”, Göç İdaresi, https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638, (Erişim Tarihi: 17.03.2020).