Amerikan Yaptırımlarının İran’daki Toplumsal ve Ekonomik Yankıları
“5+1”-i oluşturan Amerika, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya ile İran arasında 14 Haziran 2015’te yapılan nükleer anlaşma, 16 Ocak 2016’da yürürlüğe girse de, Amerika’da Donald Trump’ın iktidara gelmesinden sonra sorgulanmaya başlandı, nihayetinde de Trump’ın 8 Mayıs 2018 tarihli Başkanlık Kararnamesi ile Amerika resmen bu anlaşmadan çekildi ve anlaşma öncesi uygulanan yaptırımlar 2 aşamada tekrar uygulanmaya konuldu. Birinci aşaması 7 Ağustos, ikinci aşaması 4 Kasım’da yürürlüğe giren yaptırımların hedefinde İran petrol ihracatını sıfıra indirmek ve herhangi bir ürün ve para transferini engellemek vardır. Her ne kadar aşırıcılar Amerika’nın uyguladığı yaptırımlara karşı ciddi bir yanıt verilmesinden yana olsalar da, İranlı yetkililer daha yumuşak bir tavır segileyerek nükleer anlaşmadan çekilmeyeceklerini ve kalan 5 ülkeyle yola devam edeceklerini açıkladılar. Ekonomik kriz korkusu İran yetkililerini aşırı bir tepki göstermekten alıkoydu diyebiliriz, yoksa onlar uranyum zenginleştirme sürecini başlatabilir yahut NPT anlaşmasından çekilebilirlerdi. Bu da herkesten ziyade Amerika yönetiminin işine gelirdi, zira Amerika’nın peşinde olduğu hedef, ülkenin ciddi bir krizle karşıkarşıya kalmasının ardından İran yetkililerinin yürüttükleri siyasetleri yeniden gözden geçirmeleridir. Trump’ın uygulamak istediği yaptırımlardan daha dar kapsamlı olan Obama döneminde uygulanan yaptırımlar, İran’ı cidi bir ekonomik krize sokmayı başarmış, çok kısa sürede 1000 tümen olan dolar, 4000 tümene yükselmiş ve fiyatlar fahiş derecede artmıştı.
Trump’ın uygulamaya başladığı yaptırımlarla İran’ın asıl gelir kaynağı olan petrol satışı bir hayli düşmüştür. Tabii bu düşüş Trump’ın istediği gibi sıfır olmayacaktır ama yine de olumsuz etkileri ülke ekonomisinde görülecektir. Yaptırımlar öncesi petrolde ihracat rakamı yaklaşık 2.5 milyon varilken, resmi rakamlara göre Ekim 2018’de bu 1.3 milyon varile düşmüştür. Şunu da hemen hatırlatalım ki bazı gözlemci şirketlerin verdiği gayriresmî rakamlara göre İran’ın petrol satışlarında en fazla yüzde onluk bir düşüş yaşanmıştır, yani İran yasadışı yollarla, yaptırımları devre dışı bırakarak hala yüksek miktarda petrol satabilmektedir.
Petrol satışlarının azalmasıyla ülkenin gelirinde ciddi bir düşüş yaşandığı için ilk etapta yatırımlar durdurulmaktadır, bu da işsizliğin çoğalmasına sebep olmaktadır. Diğer taraftan kur fiyatlarının yükselmesiyle ham maddesi dışarıdan ithal edilen ürünlerin fiyatında da dikkat çekici bir artış söz konusu olduğu için fabrikaların bir çoğu kapatılmak ve işçilerini çıkarmak zorunda kalmaktadırlar.
İran devleti son zamanlarda tam da böyle bir tabloyla karşı karşıyadır. Son bir yılda Amerika’nın nükleer anlaşmadan çekileceği dedikodusunun yayılmasıyla birlikte İran’da dolar fiyatı yavaş yavaş yükselmeye başladı. Son yıllarda yaklaşık 3500 tümende sabit kalan dolar fiyatı altı ay içinde 17000 tümene yükseldi ve hatta 21000 tümen zirvesini de gördü. Bu rakam son bir ayda 11000 tümene gerilemişse de yine geçen seneye göre yüzde 300 gibi bir artış söz konusudur, bu da ister istemez fiyatlara yansımaktadır. İran hükümeti başta dolar olmak üzere fiyatların yükselişinin önünü almak için dolar fiyatını sabitlemeye çalışsa da bu pek bir işe yaramadı, aksine eskiden beri mevcut olan yolsuzluğu daha da tırmandırdı. Birçoğu devlet yetkilileriyle bağlantılı olan şirketler ithalat adına devletten 4200 tümenlik dolarları alıp, ya karaborsada bozdurdular ya da ithal ettikleri ürünleri serbest piyasa fiyatına (yaklaşık üç katına) sattılar. Kur fiyatlarının yükselmesinde etkili olan başka bir husus da toplumda gitgide çoğalan psikolojik korku atmosferiydi. Ülke ekonomisi yakında Venezuela ekonomisi gibi olacak endişesi insanları bankalardaki paralarını dolar ve altına dönüştürmeye ve hatta ülke dışına çıkarmaya sevk etti. Örneğin son zamanlarda Türkiye ve Gürcistan gibi ülkelerde İranlılar tarafından ev satın alma işlemi yaygın bir hale gelmiştir.
4200 tümenlik dolardan pek bir fayda elde edemeyen hükümet, bazı temel ürünlerin yine 4200 tümenlik dolarla satın alma kaydıyla ikinci hamleye geçip doları borsaya taşıyarak ihracat sonucu elde edilen dolarların ithalatçı şirketlere uygun fiyata satılması olanağını sağlamaya çalıştı. Bu vesileyle ithalatçı şirketler ülke ihtiyaçlarını 8000-9000 tümenlik dolarla karşılayabilmekteler. Bu girişimler en azından kara borsada doları fiyatının aşırı yükselmesinin önünü bir nebze de olsun alabildi. Tabii yaptırımlar sonucu ülkeye giren kur miktarının düşmesiyle hükümetin bu vaziyeti ne kadar sürdürebileceği meçhuldür.
Devamında hükümet ve parlamento fiyatlar daha da yükselmesin diye yakıt fiyatlarını yükseltmeme kararı aldılar. Dolayısıyla 1000 tümen (yaklaşık 50 kuruş) olan benzin fiyatına herhangi bir zam yapılmadı. Her ne kadar taksi ve otobüs sürücüleri yakınsalar da taşıma ücretlerine sadece yüzde 10'luk bir zam uygulandı. Ama bu girişimler özellikle ithalata dayalı ürünlerin fiyatının yükselmesine engel olamadı. Örneğin cep telefonu gibi ürünlerin fiyatı 3 kat arttı, yiyecek fiyatları da 2 katına çıktı. Kilosu 6500 tümen olan tavuk, son günlerde 13500 tümen oldu. Oysa yeni yılda 930 000 tümen (yaklaşık 440 TL) olan asgari ücret yüzde 19 zam yapılarak 1 110 000 tümene (yaklaşık 530 TL) çıkarılmış ve diğer maaşlara da yüzde 10 zam yapılmıştı.
Hükümetin dış seyahatları en az seviyeye indirmek için yaptığı hamleler de özellikle sınır bölgelerinde yaşayan halkı rahatsız etmiştir. Sınır kapılarında alınan çıkış harcı geçen sene 25000 tümen (12 TL) iken bu sene ilk seyahat için 220000 tümene (100 TL), ikincisi için 330000 (300 TL) ve üçüncü seyahat için de 440000 tümene (400 TL) çıkarıldı. Böylelikle geçimlerini komşu ülkelerle yaptıkları küçük ticaretlerle sağlayan binlerce insan işlerini bırakmak zorunda kaldılar. Zira her defasında gelirlerinin üstünde bir miktar çıkış harcı ödemek zorundaydılar.
Peki bu gelişmeler karşısında halkın tepkisi ne oldu ve ne olacak? Trump’ın anlaşmadan çekileceği sinyallerini verdiği bir dönemde gerçekleşen Ocak 2018 ayaklanmalarını dikkate almazsak, ülkede son bir yılda büyük bir ayaklanma ve protesto söz konusu olmamıştır. Buna rağmen Ocak ayaklanmaları ciddi mesajlar içermekteydi. Son yıllarda İran’da gerçekleşen protestolar genelde ya etnik guruplar tarafından gerçekleşmiş (örneğin 2006’da Türklerin geniş itirazları) yahut siyasî akımlar tarafından başlatılmıştır (örneğin 2009 Yeşil hareketi), ama Ocak ayaklanmaları küçük kentlerde ve yoksul kesimler arasında gerçekleşti ve bu rejim için daha vahim bir durumdu, zira ülkenin ekonomik şartlarının kötüye gittiği bir dönemde bu tür ayaklanmaları bastırmak kolay bir şey değil, kaldı ki rejimi hala da canı gönülden destekleyen kesimin büyük bir bölümü yoksul sınıfa mensuptur.
İran, yabancı yatırımcıların ülkeden çekildiği, zengin sınıfın paralarını dolara çevirerek ülkeyi terk ettiği, üst sınıf yöneticilerin çocuklarının çoğunun yurtdışında özellikle Batı ülkelerinde ikamet ettiği, kuraklık ve hava kirliliği gibi büyük çevre sorunlarının yaşandığı, aşırı derecede yolsuzlukların gerçekleştiği ve hepsinden daha kötüsü halkın yöneticilere olan güveninin sarsıldığı bir dönemden geçmektedir. Her ne kadar devrimin ilk yılları ve İran-Irak savaşı yıllarında ülke halkı gösterdikleri özveri sayesinde o karanlık dönemi zor da olsa arkada bırakabildi, ama artık nisbi refah içinde büyümüş ve dünya ile her zaman iletişimde olan yeni kuşak modern ve refah dolu yaşamından taviz vermek istemiyor. Bu da ülke yöneticilerinin anti emperyalizm sloganlarına gölge düşürüyor. Ama halk yağmurdan kaçarken dolya tutulmak da istemiyor, bu yüzden de temkinli davranıyor; ayrıca iktidarda olan sistemin çöküşü halinde yerine doldurabilecek bir alternatif de mevcut değildir, bu da halkın daha sabırlı davranmasına sebep olmaktadır. Ancak bu bekleyiş ve sessizlik nereye kadar sürerecektir bilemeyiz, ama ekonomik şartlar daha da kötüye giderse yeni ayaklanmaların yaşanacağı kesindir!