07.03.2019 15:34 Dr. Mustafa Atatorun A- A+

TEKNOLOJİK DEVRİM VE ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN GELECEĞİ

TEKNOLOJİK DEVRİM VE ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN GELECEĞİ

TEKNOLOJİK DEVRİM VE ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN GELECEĞİ

 

Geçen yüzyılın sonlarına doğru yaşanan teknolojik ilerlemeler, özellikle de internet teknolojileri ve dijitalleşme, iletişim ve ulaşım alanlarında büyük değişim ve kolaylıkları beraberinde getirmiştir. Kozmopolitan ideallere sahip olan düşünür, akademisyen veya siyasetçiler, özellikle Soğuk Savaş’ın sona erdiği süreçte iletişim ve ulaşım alanında yaşanan hızlı teknolojik gelişmeleri büyük bir heyecanla takip ederek, bunların insanlar ve toplumlar arasındaki etkileşimi ve anlayışı güçlendireceğini ve bunun sonucunda dünyanın liberal değerlere daha bağlı, istikrarlı ve düzenli hale geleceğini umut etmiş olabilirler. Ancak, yeni yüzyılın başında Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen 11 Eylül terör saldırıları bu iyimser havayı karartmaya yetti. O tarihten bu yana, artık güvenlik kaygılarının hâkim olmaya başladığı bir Batı cephesi ve dünya siyaseti var.

 

Devrim niteliğindeki dijital gelişmeler ve internet teknolojisinin hızlı, kolay ve daha az maliyetli hale gelerek yaygınlaşması, hiç şüphesiz devletler için kamu diplomasisi faaliyetlerinde büyük bir imkânı beraberinde getirmiştir. Ancak bununla birlikte, güvenlik endişelerinin hâkim olduğu bugünün uluslararası ilişkiler konjonktüründe, teknolojilerin liberal amaçlardan ziyade; daha çok, çıkarları temsilen müdahale anlamında etki siyaseti ve güvenlik amaçları için kullanılması dikkat çekmektedir. Teknolojik imkân ve araçların söz konusu amaçlar için kullanılmasının, son yıllarda bölgesel, hatta küresel istikrarı bozacak etkilere sahip olduğuna bütün dünya şahit olmaktadır.

 

Müdahale anlamında etki siyaseti bağlamında en büyük yankıyı yapan olay, 2016 yılında gerçekleşen son Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimiyle ilgilidir. Seçim kampanyası sırasında Rusya’nın, Amerikalı seçmenler üzerinde etki siyasetini uyguladığı iddiaları, soruşturulan bir mesele olarak ciddi boyutlardadır. Oxford Üniversitesi Internet Enstitüsü’nde yapılan bir araştırma ise, bundan daha vahim sayılabilecek bir durumu ortaya koyuyor. Yakın zamanda yayınlanan araştırma raporu, Rusya’nın sadece seçim kampanyası döneminde değil; yıllar öncesinden başlayarak ve halen devam eden bir biçimde Amerikalı internet ve sosyal medya kullanıcılarını yönlendiren, kutuplaşmalarına yol açan dezenformasyona dayalı bir müdahaleyi yapa geldiğini ortaya koymaktadır.[1] Her ne kadar Rusya iddiaları reddetse de; seçmenleri hedef alarak ABD iç siyasetine müdahale anlamı taşıyan bu girişimin bir iddia olarak bile ortaya çıkmasıyla, ABD ve Rusya arasındaki ilişkilerin giderek sertleştiği ve adeta yeni bir soğuk savaş dönemine girildiği gözlenmektedir.

 

Demokratik bir hak olan protestolarda organizasyon ve mobilizasyona aracılık eden sosyal medya, dezenformasyon ve yönlendirmeye açık olmasından dolayı, sosyal medya platformlarının ülkelere karşı kullanılmasına ve hedef ülkede geniş çaplı isyan ve hareketlenmelerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Bu konudaki en güncel iddialardan biri, Fransa’da halen devam eden sarı yeleklilerin protesto gösterilerinin Rusya tarafından desteklendiği iddiasıdır. Gösterilerle ilgili sosyal medyada Rusya kaynaklı hesapların faaliyetlerinin giderek artmasının raporlarda yer almasıyla birlikte, Fransa soruşturma başlatmıştır.[2] Bir diğer iddia ise, hala sıcaklığını koruyan bir konu olarak İspanya’nın Bask bölgesinin ayrılığını isteyenlerin gösterilerinde yine Rusya etkisinin olduğudur.[3] Bütün bu iddialar, siber operasyonların veya müdahalelerin her kim veya kimler tarafından yapılırsa yapılsın, hem iç siyasi ve toplumsal düzene hem de uluslararası ilişkilere doğrudan istikrarsızlaştırıcı etkisini göstermektedir.

 

2017 yılında Katar’ın resmi medya organının heklenerek, Katar emirinin, Katar’ın, İran, Hamas, Hizbullah ve İsrail’i desteklediğini ifade eden sahte bir konuşmasının burada yayınlanması[4]  müdahale anlamında başka bir etki siyaseti örneği olarak verilebilir. Katar böyle bir konuşmayı yalanlasa da bu olay, önce Suudi Arabistan ve Katar arasında bir diplomatik kriz çıkmasına yol açmış, daha sonra diğer bazı Körfez ve Afrika ülkelerinin de katıldığı Katar’ın ambargoya maruz bırakılması ve abluka altına alınmasına kadar varan bölgesel bir sorun halini almıştır. Hekleme olayının araştırılmasına yardım eden FBI yetkilileri, kaynağın Rus internet korsanları olduğu sonucuna ulaştılar.[5] Sonrasında ise, bazı ABD istihbarat yetkilileri bu olayın arkasında Birleşik Arap Emirlikleri’nin olduğunu düşündüklerini ifade ettiler.[6] Söz konusu olayda Rusya doğrudan sorumlu tutulmasa da yaşanan bu kriz ve gerginlikler, Körfez’le sınırlı kalmayıp, başka ülkeleri de içine alabilecek derecede büyümüştür. 

 

Siber savaşın ötesinde şu an tartışılmakta olan bir başka önemli konu ise, teknolojik devrimin en son ürünlerinden olan yapay zekâ ve robotik sistemlerin, yakın gelecekte askeri alanlarda kullanılacak olmalarıdır. Daha şimdiden yapay zekaya sahip robotların ve sistemlerin hukuki ve ahlaki durumları oldukça sorunlu ve tartışmalı görünse de, bu tür projeler üzerinde çalışmalar yoğun bir şekilde devam etmektedir. Güvenlik alanında adeta birer asker gibi kullanılacak robotların, tam otonom olarak karar verip, hedeflerini imha etmeleri planlanmaktadır. Bu, doğrudan kimin yaşaması veya ölmesi gerektiği kararını yapay zekaya sahip robotik askerlerin/silahların vermesi anlamına gelir. Güvenlik alanında otonom kararların uygulanması, insan hayatını büyük risklere maruz bırakarak, şüphesiz sorumluluğu ve uluslararası savaş hukukunu tamamen gölgede bırakabilecek bir konudur. Ayrıca, otonom silah sistemlerinin geliştirilmesi, söz konusu alanda ülkeler arasında yeni bir silahlanma yarışına yol açacaktır. Bu durumların farkında olan bazı uzmanlar, bilim insanları ve aktivistler, otonom sistemlerin askeri alanlara uygulanmasına şiddetle karşı çıkmaktadır. Bununla birlikte, hali hazırda ABD, Çin, Rusya, Birleşik Krallık, Güney Kore ve İsrail bugün yapay zekaya sahip robotik sistemler üzerinde en yoğun şekilde çalışan ülkelerdir.[7]

 

 

Yüksek teknoloji ürünlerinin askeri alanda kullanımı, insan kaybı riskini ve maddi maliyetleri en aza indirebildiği için, savaşı daha kabul edilebilir ve kolay kılabilecek bir faktör olarak görülebilir.[8] Ancak savaşın sonuna kadar bu şekilde sınırlı zararla kalacağının hiçbir garantisi verilemez. Zira teknolojik ilerleme aynı zamanda kitle imha silahlarının elde edilmesini ve kullanılmasını kolaylaştırmaktadır. Üstelik bu imkanların terör örgütlerinin eline geçmesi, meseleyi daha da zorlaştıracaktır. Bütün bu riskler, teknolojinin savaş açısından insani avantajlarını tamamen ortadan kaldırabilecek büyüklüktedir.

 

Günümüzde küresel veya bölgesel güçlerin birbirleri arasında yaşanan jeopolitik ve jeoekonomik gerginliklere ve çatışmalara ek olarak, siber savaş ve yapay zekanın askeri teknolojilere entegre edilmesi bu gerginlikleri katlayarak daha büyük krizlerin çıkmasına zemin hazırlayabilir. Uluslararası düzen ve güvenliğin bu sebeplerden dolayı daha da zayıflaması, özellikle yapay zekâ ve otonom robotik sistemlerin güvenlik alanında ya tamamen yasaklanmasına ya da çeşitli biçimlerde sınırlandırılmasına yönelik bazı uluslararası düzenlemeleri gündeme getirecektir. Temel zorluk, bu teknolojinin elde edilmesi ve kullanılmasının eskiye göre giderek kolaylaşması ve bunun bir hak olarak görülmesi olacaktır. Ayrıca, sınırlamalara yönelik tek taraflı girişimler uyarınca ekonomik ve ticari ambargo ve başka yaptırım unsurlarının devreye sokulması, uluslararası düzeni yine istikrarsızlaştıracaktır. Her ne olursa olsun, teknolojik gelişme ve yenilikler sonuçta dış politika ve diplomatik faaliyetlerin yeni stratejik bağlamını oluşturmaktadır.

 

Devletlerin hem kontrol hem de güven aşınmasını eş anlı olarak yaşadıkları bir zaman dilimindeyiz. Küreselleşme ve onun getirdiği normlar bakımından devletin güvenliği ile ilgili kontrol gücünün zayıflamasını tamamen geri almak mümkün görünmese de, güven ortamını iyileştirecek bazı adımlar atılabilir. Küresel ve bölgesel güçler başta olmak üzere, devletlerin önünde iki seçenek var: Ya dünyada giderek aşınan güven ortamını tamir etmek için işbirliği içinde çaba sarf edecekler veya teknolojinin daha da hızlandırdığı güven aşınmasını izleyip, bunun trajik sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklar. Üstelik, internet ve teknoloji alanının sadece devletlerin değil; devlet dışı aktörlerin ve hatta terör örgütlerinin de etkisine açık olması, “ilave bir istikrarsızlaştırıcı unsur” olarak hesaba katılmalıdır.

 

Genel anlamda Türkiye, yaşanan teknolojik devrimin askeri ve politik bütün risk unsurlarını, tehditlerini ve yol açtığı belirsizlikleri iyi bir analiz sürecinden geçirip, hem kendi güvenliği açısından menfaatlerine en uygun politikaları geliştirmeli, hem de teknolojik gelişmeler bağlamında hukuki ve ahlaki açılardan uluslararası düzlemde destek bulacak stratejik bir söylemi benimsemelidir. İletişim ve kamuoyuna dönük diplomatik faaliyetler açısından ise, uluslararası alanda da oldukça etkili olan sosyal medya platformlarının nasıl kullanılması gerektiği ve dezenformasyonla mücadelenin, yerine ve konulara göre değişim gösterdiği bilinmelidir. Dikkate almama, gerçeği gösterme, durumu aleyhine çevirme, itibarsızlaştırma ve dezenformasyon ağını bozmaya kadar farklı yöntemleri içeren kullanım ve mücadele şekilleri[9] dikkatle incelenmeli ve durumlara göre bunlardan faydalanılarak daha kapsamlı bir online iletişim stratejisi geliştirilmelidir.

 

                                                                                                                 Dr. Mustafa ATATORUN

 


[1] “The IRA, Social Media and Political Polarization in the United States, 2012-2018” https://comprop.oii.ox.ac.uk/research/ira-political-polarization/