23.01.2019 20:07 Prof. Dr. Ali Osman ENGİN A- A+

EĞİTİM – ÖĞRETİM VE ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ - ANALİZ

EĞİTİM – ÖĞRETİM VE ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ - ANALİZ

21. yüzyılın getirdiği küresel etkileşimle beraber sebeple sonucun adeta yer değiştirdiği bir dünyada yaşarken; her seferinde yeni eğitim, öğretim ve öğrenme yaklaşımlarının kullanımına dayalı olarak, daha fazla performansa, ürüne dönük ölçme ve değerlendirme yöntemleriyle yapılan uluslararası sınavlarda maalesef öğrencilerimizin oldukça başarısız oldukları gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Sayın Milli Eğitim Bakanımızın göreve gelmeleriyle beraber adeta bir eğitim seferberliği bakış açısıyla, kronikleşen eğitim sorunlarına vurgu yapan açıklamalarından yola çıkarak, çözüm odaklı alınması gereken tedbirler ve uygulamaları noktasında daha fazla çalışılması ve eğitim sorunlarımızın vakit geçirilmeden masaya yatırılması gereği açıktır. Alanında ihtisaslaşan ve akademik araştırmalar yapan, ülkemizin ve aziz milletimizin dertleriyle dertlenen akademisyenlerin görüş ve önerileri anlamlı ve değerli olacaktır. Öğrenme ile ilgili oldukça anlamlı ve önemli çalışmaların sonucu olarak ortaya çıkan kuramsal yaklaşımlarla genel manada bu işin elde edilmiş eğitim ve öğretim teknolojileri çerçevesinde alt yapısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu açıdan kuramsal yaklaşımlar aksi iddia ve ispat edilinceye kadar alanla ilgili kavramların içinin doldurulmasında ve o disiplin alanının daha iyi kavranmasına yardımcı olan bilgiler olarak kabul görmektedirler.

Bu manada davranışçı öğrenme kuramcıları; insan öğrenmesinin ona gönderilen bir uyarıcı ve uyarıcıya verilen tepki arasında gerçekleşen süreçlerde ortaya çıktığını ve  kurulan bağın öğrenme olduğunu açıklamaya çalıştıkları,  bilişsel öğrenme kuramcılarının ise; insan öğrenmesinin bu kadar basit olamayacağını ve etki-tepki arasında kurulan bağ olarak ortaya çıkan davranış şeklindeki bir açıklamanın çok basit ve tam açıklayıcı olamayacağını savunarak insan öğrenmesinin en son ölçümlenebilen ve gözlemlenebilen davranış boyutundan önce zihinsel süreçlerde gerçekleştiğini savundukları anlaşılmaktadır. İnsanın biyolojik yapısı ve öğrenme arasındaki ilişki üzerinde çalışan birtakım öğrenme psikologları da insan öğrenmesinin biyolojik bir süreç olarak ortaya çıktığını ve o çerçevede nöronlar arasında gerçekleşen elektro manyetik etkileşimler sonucunda oluştuğunu savunuyorlar.   

Tüm bu kuramsal yaklaşımlar çerçevesinde öğrenme ile ilgili olarak yapılan tanımlar çerçevesinde insan öğrenmesi; “bireyin kendi yaşantısı, tecrübesi ve deneyimi sonucunda onun davranışlarında kasıtlı ve istendik doğrultuda gerçekleşen davranış değişikliği” olarak açıklanmaktadır. Görüyor ki, bu tanımın daha başında ifade edilmeye çalışılan birey kavramını çok gerçekçi olarak inşa edememişiz. Bilindiği gibi “birey” kavramı batı liberal yaklaşım ve felsefesinin ortaya çıkardığı bir insan modelidir. Batının yaşadığı karanlık dönemlerde kilise ve insan arasında ortaya çıkan baskı ve güç mücadelesi kapsamında, insanın direnme ve reddetme güdüsünün eseri olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu çerçevede eğitimin temel işlevlerinden olan milli kültürün yeni kuşaklara aktarılması ve benimsetilmesi noktasında, toplumsal birlikteliği aşındıran sorunlar baş göstermiştir. Sosyoloji biliminin öncülerinden olan İbni Haldun da işte bu noktadan hareketle, batı liberal anlayışının öngörüsü olan “birey” yapısının doğu toplumlarına uymayacağını iddia etmiş, doğu toplumlarının inanışları ve değerler sistemi çerçevesinde iradelerini özgürce kullanma ve tüm eylem ve davranışlarının sorumluluğuna sahip olma anlayışını benimsediklerini ortaya koymaya çalışmıştır. İbni Haldun bu bakış açısıyla batı liberal düşüncesinin ortaya çıkardığı “birey” anlayışının ve insan modelinin bizim felsefemize uyamayacağını, esasında bize göre “şahsiyet” olunması gerektiğine değinmiştir.  

Şüphesiz eğitim sorunlarımızın temelinde öğretmen yetiştirme sorunu yatıyor. Bilindiği gibi öğretmenlik mesleği profesyonel bir uzmanlık mesleğidir. Bu profesyonelliğin öngördüğü yeterlik alanları olarak; üst düzeyde bir alan bilgisi, aynı şekilde öğretmenlik meslek bilgisi, öğrenciyle sağlıklı bir iletişim kurulabilmesi için ona onun diliyle yaklaşılması anlamına gelen genel ve hatta yerel kültür bilgisi gerekir. Ancak o zaman öğrencilerimiz öğretmen olarak biz öğretmenlerine doğal ve güven duyarak içlerinden geldiği gibi davranabilirler. Öğrencilerimize rehberlik ve psikolojik danışmanlık katkısı boyutuyla bu davranışların öğretim ve öğrenme sürecindeki programlama açısından çok değerli ve tanımlayıcı olacağı unutulmamalıdır. Çünkü öğrencilerimizin kendi parmak izleri kadar onlara özel olan öğrenme boyutu ve deseninden yola çıkarak daha uygun strateji, yöntem, teknik ve taktikleri belirleme şansına sahip olabiliriz. Gerçekte de öğrencilerimizin öğrenme süreçlerini yönetirken kullanacağımız strateji, yöntem ve tekniklerin ana kriterlerinden en önemlisinin öğrenci özellikleri olduğu açıktır.

Öğretmenlik mesleğinin profesyonel bir uzmanlık mesleği olmasını sağlayan diğer yeterlik alanlarına ilave olarak çok önemli bir değer üzerinde de durulması gerekir. Bu değer; aydınlatmak için yanmak gerektiğinin bilinmesi ve gönüllü olarak buna talip olunmasıdır. Burada kast edilen yanmak Kars’a defnedilmiş Ebul Hasan Harakani’nin belirtmeye çalıştığı gibi tükenmek değil; daha billurlaşmak, daha cevherleşmek, daha berraklaşmak ve daha netleşmektir. Bu boyut ve yeterliğin adı bir anlamda amatörlük ruhudur.  Öğretmen ancak bu değer sayesinde yaptığı işten haz alacak, tatmin olacak ve dışarıdan bir karşılık beklemeyecektir. Bu ruh, ödülünü kendi içerisinde barındırmaktadır. Ancak o zaman öğretmen işini büyük bir özveri ile yapacaktır. Öğretmenlik mesleği bu çerçevede profesyonel bir uzmanlık mesleği olabilir ve kutsallığı ön plâna çıkabilir.

Öğretmenin kılavuzluğu ve rehberliğinde hazır bilgi verilmeden öğrenciler öğrenmeyi aktif katılımcılar olarak gerçekleştirirken bilişsel, duyuşsal ve psikomotor süreçler söz konusudur. Kısacası insanların bu üç temel boyuttan bilgi edindikleri var sayılır. Bilişsel öğrenme boyutundan salt bilgi değerleri olarak ilkeler, genellemeler ve kavramlar bilgileri edinilir. Duyuşsal öğrenme boyutunda değerler sistemi inşa edilir. Burası tamamen soyut ve psikolojik bir alandır. Bu alanda elde edilen öğrenmeler diğer boyutlardan edinilen öğrenmeleri denetleyen ve davranışa dönüştürülürken kontrol eden mekanizmalar olmaktadır. Gençlerimizin öğrenmelerini engelleyen temel faktörlerin çoğunun burada aranması gerekir. Bu alanda edinilen öğrenmelerin değerlendirilmesi oldukça karmaşıktır. Psikomotor öğrenme boyutundan ise beden teknolojimizin kullanım bilgileri söz konusudur.

Bilişsel öğrenme boyutunun diğer öğrenme alanlarında olduğu gibi alt aşamaları ve basamakları bulunur. Bilişsel öğrenme boyutunda bir bilginin eksiksiz olarak edinilebilmesi için; bilgi, kavrama, uygulama, analiz, sentez ve değerlendirme basamaklarının hedeflerinin gerçekleştirilmiş olması gerekir. Bir basamağın hedefleri gerçekleştirilmeden diğer basamağın hedefleri gerçekleştirilemez. Bilgi basamağında eşya, olay, obje ve olayların adının hatırlanması, sorulduğunda söylenmesi, benzerleri arasından seçilip alınması gibi hedefler söz konusudur. Kavrama basamağında, bilgi basamağında gerçekleştirilenlerin daha fazlasıyla açıklanabilmesi, uygulama basamağında da yine aynı bilgi ile ilgili olarak daha fazla açıklama ve detaylandırmanın yapılması gerekir. Daha sonra bilinip kavranan bilginin uygulanabilmesi ile ilgili olan hedefler gerçekleştirilir. Bilinip kavranan ve artık uygulanabilen olan bilgilerin en küçük parçalanamayan bilgi birimlerine ayrıştırılması gerekir. Bu basamağın hedefleri daha zor sayılabilecek hedeflerdir. Daha sonraki basamak sentez basamağıdır ve bu basamağın hedefleri de oldukça ileri düzeyde ve karmaşık olabilir. Bu basamağa kadar edinilen öğrenmelerle ilgili olarak yeni sentez ve bütünlerin oluşturulması beklenir. Her bir yeni sentez ve bütün daha önceki bilgilerin kullanılmasıyla üretilecek olan daha güncel ve doğruya daha yakın değerde bilgiler olacaktır. Öğrenme de esasında budur. Öğrenmenin günümüzde iddia edilen gerekçesi, edinilen öğrenmelerin kullanılmasıyla üretilen yeni ve daha güncel olup doğruya daha yakın değerdeki yeni bilgilerdir. Çünkü özellikle müspet bilimlerde insanlığın ulaştığı ve dünün, bugünün ve geleceğin mutlak ve değişmez doğru bilgisine henüz ulaşılamamıştır.

İnsan denilen varlık, biyopsişik ve sosyokültürel bir canlıdır. Önemli olan da ona bütüncül yaklaşmak, insanın o boyutları arasındaki dengeleri bozmadan bir bütün olarak gelişmesine katkı sağlamaktır. Varoluşçu felsefenin iddia ettiği gibi insanın varlığı özünden önce gelir ve daha sonra özünü gerçekleştirme çabası içerisine girer. Bu süreçte düşünür, aklını kullanır ve kısacası felsefe yapar. Ancak özüne ulaşabildiği ölçüde erdemli olabilir ve edindiği öğrenmeler kapsamında kendini gerçekleştirme düzeyine ulaşabilir. Eğitimcilerin en temel görevleri işte bu öze ulaşma çabasında ona destek olmak ve bu sürecin daha istendik ve beklendik olmasını sağlayarak sağlıklı toplumsal devamlılığın önünü açmaktır.   

Batı kültür ve medeniyet anlayışı birey bağlamında tasavvur edilip ona ait yaşam süreci olarak irdelendiğinde; Niçe’nin o dönemin en genç papazıyken, batı dünyasındaki toplumsal kaos ve sorunlarının kaynağında dayatılan ahlâk ve din öğretilerinin olduğunu iddia ederek bu toplumsal değer ve normlardan uzaklaşarak, artık “Tanrı öldü” deyip hiçlik felsefesini ortaya attığı görülür. Öyle sanıyorum ki Niçe bu karar ve davranışıyla birey olduğunu ortaya koymuştur!..  Bir medeniyet analisti olan Rahmetli Aliya İzzet Begoviç’in birey ve kendi merkezli batı medeniyetinin; başka medeniyetlere tahammülü olmayan, hatta onları var saymayan, yok eden, doğal bir süreç olarak yaşanan toplumsal rekabet veya çatışmaların temeline “kaybet-kazan” ilkesini koyarak, kendi varlığını başkalarının yokluğu üzerine inşa ettiğini belirtir. Ancak İslâm ve doğu medeniyeti; değişen yeni güç tanımlamasında yer verilen, “yumuşak ve akıl gücü”nü inşa ederek yaşatan, koruyup kollayan, toplumsal rekabet ve çatışmaların temeline “kazan-kazan” ilkesini koyan bir medeniyet olduğunu hep hayatında daha sıradan ve kolay olan 1. ve 2. yolların dışına çıkarak beklenmeyen ve öngörülmeyen 3. yolu tercih ederek algılara yerleştirmiştir. Bugün batı dünyasının bireyi; artık evlenip aile kurmaya yanaşmamaktadır. Dolayısıyla batı dünyasının en temel toplumsal sorunlarından birisi de çatırdayan aile kurumu ve ortalığı dolduran nesepsiz çocuklardır. Halbuki İbni Haldun’ un şahsiyeti yumuşak ve akıl gücünü kullanarak beni bizde erimiş ve Yunus Emre, Ebul Hasan Harakani, Seyit Ahmet Arvasi, Ziya Gökalp, Mehmet Akif Ersoy, Fatih Sultan Mehmet Han, Nene Hatun, Abdul Hamit Han, Ahmet Yesevi, Abdurahman Gazi, İbrahim Hakkı ve Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Eğitim sistemimiz çerçevesinde eğitim ve öğretim süreci geçmişten günümüze daha iyi yönetilemediği için ve öğrencilerimizi İbni Haldun’un şahsiyeti yapamamakla beraber o manada bireyi de tam olarak yapılandıramadığımız için Türk Milleti olarak maalesef bir terör belasıyla yüzleşmek zorunda kalmış durumdayız.