YURTDIŞINA YATIRIM STRATEJİSİ: ARAYIŞLAR VE DÜŞÜNCELER
Yurtdışına Yabancı Yatırım, bir ülke yerleşiklerinin ülke harici dünyada gerçekleştirdikleri yatırımlar için kullanılan bir kavram. Yabancı yatırım deyince genel olarak bir ülkenin iç ekonomik faaliyet sahalarına yönelen yatırımları kastediyoruz. Ancak her bir ülke genellikle, yerleşik şirketleri ve yatırımcıları vasıtasıyla muhtelif yurtdışı coğrafyalarda da yatırım yapıyor.
Daha önceleri sadece gelişmiş bazı batılı ekonomiler için geçerli olan bir olgu olarak yurtdışına yabancı yatırım, geçtiğimiz birkaç on yıl içerisinde, özellikle Çin, Rusya, Hindistan gibi gelişmekte olan ekonomilerin de faaliyet gösterdiği hararetli bir saha haline geldi. İstatistiklere göre, gelişmekte olan dünyanın önceleri sadece ileri bazı sınai ekonomilerin imtiyazı olarak görülen yabancı yatırımlar konusundaki hızlı yükselişi gerçekten çarpıcı: Gelişen dünyanın 1995’te küresel yabancı yatırım akımları içerisindeki payı yüzde 4’lerden 2015lerde yüzde 20lere fırlamış durumda.
Her ne kadar bu büyük sıçramanın Çin gibi dev lokomotiflerden kaynaklandığını düşünsek de[1] esasında durum farklı. Öteki gelişmekte olan ekonomiler için dahi yurtdışı yabancı yatırımlar artık sadece evde kalıp beklenecek bir misafir değil. Bu ülkelerin genel olarak gerek akım gerekse stok göstergeleri bakımından yoğun bir sermaye hareketlilik ağına dâhil olduklarını görüyoruz. Faaliyet ve ölçek bazında BRİCS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Kore) aslan payını almaya devam etmekle birlikte, işin sıcaklığının diğer ülkelere de dağıldığı bir durum söz konusu. Örneğin Türkiye bugün 38 Milyar Dolarlık Yabancı Yatırım Stoğuyla denizaşırı topraklarda hatırı sayılır bir ekonomik sermayeye sahip.
Yurtdışına yatırım konusunda, gelişmekte olan ülkelerin kabuklarından sıyrılmalarının ilk emaresini politika psikolojisinde gözlemliyoruz. Önceleri bu ülkeler sadece içeriye yönelen yabancı sermaye yatırımlarıyla ilgiliyken, ülke yerleşiklerince yurtdışına yapılacak yatırımlar bağlamında gönülsüzlükle engelleyicilik arasında konumlanmaktaydılar. Uzun bir zaman yurtdışına yatırım yapan yerleşik firmalar, ulusal ekonomik bünyedeki istihdam, üretim ve sermayeyi ülke dışına kaçıran delikler olarak algılandı.
Ancak zamanla, gelişmekte olan ülke sınaileri uluslararası değer zincirlerine eklemlendikçe, yurtdışına yatırımlar konusundaki bu sabit düşünceler hızla değişti ve bu tür yatırımları varlık edinimi, pazar erişiminin sağlanması ve teknoloji kazanımı gibi eksenler doğrultusunda güdüleme eğilimi ağırlık kazandı. Defansif psikoloji yerini hücuma dayalı psikolojiye ve araçlara bıraktı. Yurtdışına akılcı bir şekilde transfer edilen sermaye ve istihdamın, bazı verili koşullar çerçevesinde, anayurdun ihracat, teknoloji ve inovasyon yeteneklerini artıracağının kabulü bu yeni proaktif bakışaçısında belirleyici bir faktördür.
Üç Dalga Teorisi: Gelişmekte Olan Dünya Nasıl Yükseldi?
Gelişmekte olan ülkelerin yurtdışına yatırım hamlesinin tarihi ve karakteristik bir seyri var. Ve bu tarihi olgu yükselen momentumunu üst üste yığılan ve yekdiğerini takip eden üç dalga halinde ortaya koydu:
İthal İkameci Sanayileşme Dönemi, 1960-1970: Gelişmekte olan ülkelerin hemen hepsinde, devrin ithal ikameci kalkınma modasının bir gereği olarak tamamen defansa dayalı bir pozisyonlanma söz konusuydu. Yurtdışına yatırımlar, yurtiçinden sermaye, istihdam ve üretim kaçışı olarak damgalanmakta ve kamu otoriteleri tamamen engelleyici bir duruş sergilemekteydiler. Bariz bir biçimde korumacı politika bileşimi, yerleşik firmaların uluslararası rekabetçiliğini değil yurtiçi kapasite ve istihdam artışını hedeflemekteydi. İlk cüzi çıkışlar, küçük akınlar halinde, genellikle yoğun bir biçimde desteklenen anayurt endüstrilerinin ihtiyaç duyduğu temel bazı girdilerin yahut kültürel ve coğrafi bakımdan yakın komşu ülke pazarlarının nispeten küçük segmentlerinin peşindeydi.
İhracata Dayalı Kalkınma Dönemi, 1980-1990: Gelişmekte olan ülkeler, en başarılı örnekleri için daha geçerli bir değerlendirmeyle, yurtiçi sınailerini kritik bir ölçek ve olgunluk aşamasına ulaştırdıktan sonra, ticaret ve sermaye rejimlerinde yapısal reformlar yoluyla serbestleşme politikasını uyguladılar. Böylelikle, uluslararası rekabet gücü kazanmaları için yerli endüstrileri desteklemeye yöneldiler. Bariz bir biçimde yurtdışına yatırım konusundaki bakış açısı iki uçlu bir strateji halinde olgunlaştı: Bir yandan doğrudan yabancı yatırımlarının yurtiçi sınailerin teknolojik, üretim, ihracat ve istihdam kapasitesini artırmaları özendirilirken öte yandan hatırı sayılır bir hareketlilikle bizzat yerleşik firmalar tarafından yurtdışına yönelen yatırımlar da hız kazandı. Ulusal sınailerin küresel üretim ve ticaret ağlarına eklemlenmesinin akabinde, değer zinciri konumlarını sürekli iyileştirme çabaları, maliyetlerin kısılmasını ve verimlilik artışlarını hedefleyen yurtdışına yatırım stratejilerinin önünü açtı.
Finansal ve Ekonomik Küreselleşme, 2000-2015: Bu dönemde gelişmiş ülkelerin yurtdışına yatırım stokları büyük bir hızla büyüyerek 20 trilyon dolar seviyelerine ulaştı. Gelişmekte olan ülkeler ise yatırım faaliyetinde daha hızlı davranarak toplam yatırım stoğu içindeki nispi paylarını artırdılar ve bu ülkelerin toplam stok içindeki payı yüzde 2’den yüzde 12’ye ulaştı.
Şirket sermayelerinin yurtdışı pazarlara büyük bir hızla yönelmesinin bazı nedenleri var. Herşeyden önce, ikinci dalga dönemindeki serbestleşme, kuralsızlaştırma ve sermaye rejiminin liberalleştirilmesi gibi kalkınma modaları, anayurt ekonomilerinde rekabet ortamının gittikçe sertleşmesine yol açtı. Bu sert rekabet ortamında nefes almak isteyen firmalar çareyi dış sermaye yatırımlarında gördüler.
İkincisi, özellikle Çin ve Singapur örneklerinde rastlanıldığı üzere, yurtdışına yatırım gerek şirket düzeyinde gerekse politika uygulayıcılar açısından bilinçli bir stratejik yöntem olarak algılandı (şampiyonlar ligi) ve bu şekilde kullanıldı. Ulusal rekabet gücünü pekiştirmenin yegâne yolu; yeni pazar, sermaye, teknoloji ve know-how arayışından, fakat kesinlikle uluslararası pazarlara açılmadan geçmekteydi.
Çin Tarzı Dış Yatırım: Politikanın Mantığı, Evrimi ve Meyveleri
Çağımızda hiçbir başarı nutuk atarak elde edilmiyor. Gelişmekte olan ülke yatırımlarının tek başına yüzde 36’sını üstlenen Çin, uzun bir zamandır bu konuma yükselmek için bilinçli ve iyi tasarlanmış bir strateji izledi. Sonuçta 2000 yılından bu yana Çin’in yurtdışına yaptığı ilave yatırım her sene ikiye katlandı. 2016 yılında ise ilk kez yurtdışına yatırımlar ülkeye çekilen toplam yabancı yatırımları geride bıraktı. Birleşmiş Milletlerin son istatistiklerine göre Çin bugün kendi coğrafyası dışındaki sermaye varlıkları itibarıyla önde gelen altıncı ülke. Bu gelişmede bir dizi faktör etkili oldu.
Çin yurtdışı yatırım akınlarının bu ilginç dünyası, her geçen gün evrimleşen karmaşık bir düzenleyici politika rejimince yönetiliyor. Herşeyden önce Çin yetkilileri anılan dönemde yerleşik firmaların yurtdışına yaptıkları yatırımlar konusundaki engelleyici tutumlarını köklü bir şekilde değiştirdiler. Defans anlayışı yerini proaktif ofans anlayışına terketti. Bu hareketli ve oldukça pragmatist mantık birbirini takip eden tren vagonları gibiydi. İlkin içerdeki büyüme ateşini körüklemek üzere gereksinim duyulan bazı girdiler ve emtiaya erişim sağlanması, daha sonraları yeni pazarları ele geçirme motivasyonu ve nihayetinde teknoloji ve know-how birikimi amacıyla yurtdışı yatırım akınları düzenleme..
Çin yurtdışı yatırımlarının sektörel dağılımı, gelişim düzeni açısından bu politikaların ve stratejilerin tam bir izdüşümünü veriyor. 2003-2005 yılları arasında yurtdışı yatırımların yüzde 65’i enerji ve doğal kaynak çıkaran sınailere yönelmişken sadece yüzde 18’i hizmet endüstrilerine konumlanıyordu. 2013-2015 arası döneme geldiğimizde, kömür, maden, metal ve enerji gibi primer sınailer yüzde 26’ya düşmüş, buna mukabil hizmet endüstrilerinin payı ise yüzde 47’ye fırlamıştır. Dolayısıyla Çin yurtdışı yatırımları bu evrim sürecinde yoğunlaştıkları istasyonlar açısından; doğal kaynaklar ve emtialar à pazarlar à verimlilik yatırımları à stratejik varlık yatırımları yörüngesini izlemektedir.
Çin yatırım rejiminin ilginç karakteristiklerinden bir diğeri de hiç kuşkusuz, yurtdışı yatırımlar konusunda Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) hala hatırı sayılır bir ağırlığı olması. Çin kamu sermaye şirketleri genellikle ulusal stratejinin bir parçası olarak görülen ve bununla beraber görece yüksek siyasi risk taşıyan ülke ve sektörlere yatırım yapıyorlar. Çin özel müteşebbisleri ise az riskli yatırımlara yönelip kar ençoklama fonksiyonuna göre hareket ediyorlar. 2006 yılında KİTlerin yurtdışına yatırımlar içindeki payı yüzde 81’di, okyanus ötesi faaliyetler ezici bir ağırlıkla devlet işletmelerince deruhte ediliyordu. 2017 yılında ise özel ve kamusal sermaye arasında 50-50 lik bir dengeye ulaşıldı. Bugün Çinin bağrından tüm dünyaya yayılan özel sermayeli şirketler stratejik varlık edinimi konusunda hızlarını artırmış gözüküyor.
Rehavet Çine uygun bir kelime değil. Çinli yetkililer özel ve kamusal sektörün dış yatırım faaliyetlerini yakın bir gözetim ve denetim süreci içerisinde takip ediyor ve yönlendiriyor. 2016 yılında yapılan düzenlemelerle, kamunun düzenleyici ve yönlendirici rolü daha da güçlendirildi. Atılan son adımlarla, yurtdışı sermaye ihraçlarında yerleşik şirketlerin ana faaliyet alanlarıyla doğrudan ilgili olmayan yatırımlar yahut sinema, eğlence vb. gibi Çinin yerel ekonomik evreniyle anlamlı katma değer bağlantıları olmayan sektörler kapsam alanı dışında bırakılıyor. 2014 yılında tanımlanan düzenlemelerle birlikte değerlendirildiğinde, Çinli yetkililer nihayetinde çok daha güçlü bir biçimde yurtdışı yatırım faaliyetlerini izleme, değerlendirme ve yönlendirme (olumlu ve olumsuz güdüleme ve hatta engelleme) yeteneğine sahipler. Oldukça net bilinç ve etkili mekanizmalarla dış yatırımların güdülendiği sınailer arasında ileri teknoloji sektörleri, telekom, yüksek katma değerli hizmetler, medya ve yapay zekâ bulunuyor.
Gelişmişlik Seviyesi Yatırım Davranışını Açıklayabilir Mi?
Bu soru, özellikle Türkiye gibi doğrudan yabancı yatırım dünyasına, hem ev sahibi hem de yatırımcı bir aktör olarak katılması gereken bir ülke için oldukça önemli politika sonuçlarına yol açabilir. Türkiye genelde yatırım açlığını gelişmiş batılı ekonomiler aracılığıyla dindirmek isteyen bir ekonomi. Oysaki yatırım piyasasındaki yeni oyuncuları dikkate almak gerekiyor. Türkiye, mevcut kurumsal ve hukuki gelişmişlik seviyesi ile bağlantılı olarak, farklı oyuncuların yatırım iştahına yönelik varlık portföyü geliştirebilir.
Dikkatle incelendiğinde gelişmiş yahut gelişmekte olan ülkelerden kaynaklanan yatırım akımlarının tamamı kültürel ve coğrafi olarak yakın ve ekonomik olarak da hızla genişleyen ülkelere yönelmekteler. Bununla birlikte pek çok örnek ve çalışma gösteriyor ki, gelişmekte olan ülke yatırım akımları görece daha küçük ve daha yakın ekonomileri hedefliyorlar. Biz buna “sıçrama stratejisi” diyebiliriz. Böylelikle ilk sıçramanın akabinde daha büyük ve karmaşık pazarlar tercih ediliyor, bir nevi yatırım ortamına adapte olunuyor.
Teknolojik varlıkların kullanımı bakımından da bir fark söz konusu. Gelişmiş ülkeler verili teknolojilerini yurtdışı yatırım faaliyetlerinin icrasında bir araç olarak devreye alırlarken, gelişmekte olan ülkeler yurtdışı yatırım akımlarını hedeflenen teknolojik ve know-how düzeyine erişimde bir araç olarak kullanıyorlar. Sonradan gelen şirketlerin rekabetçilik yarışında öndekileri yakalamalarının yegâne yolu, bir şekilde patentleri, teknolojik seviyelerini, yönetsel ve örgütsel bilgilerini ve yeteneklerini artırmalarından geçiyor. Özellikle tipik Çinli firmalar için geçerli ve deneysel olarak gözlemlenen temel motivasyon bu.
Öte yandan gelişmekte olan ekonomiler, yurtdışı yatırımlarında kurumsal gelişmişlik açısından daha zayıf kalan ülkeleri tercih etmekte pek zorlanmıyorlar. Zira hukuki altyapı yetersizliği, yolsuzluklar ve ticari kanunlardaki boşluklar gibi olgularla mücadele etmekte, kendi anavatanlarından getirdikleri genetik bir tecrübeye sahipler. Bu firmalar belirsizliklerle ve üçüncü dünyada sıkça rastladığımız “olmaz efendim, yapamayız” bahaneleriyle çok daha esnek bir şekilde baş edebiliyor ve sonuç alabiliyorlar.
Son yıllarda kalkınma politikasında, yurtdışına yatırımın bir sıçrama stratejisi olarak kullanılabileceği yoğun bir şekilde gündeme gelmeye devam ediyor. Bu bakışaçısına göre, akıllıca tasarlanmış bir yurtdışına yatırım politikası ileri teknolojilere erişimde, yerli üretim ekosisteminin uyarılması ve canlandırılmasında, üretim kapasitesinin ve istihdamın artışında, rekabetçiliği keskinleştirmek ve yönetim bilgisini geliştirmek için kullanılabilir.
Yurtdışına Yatırımın Büyüsü ve Gerçekleri
Peki, yurtdışına yatırımın potansiyel faydaları hangi kanallarla şirketlere ve anavatana ulaşabilir? Birbirinin üstüne yığılan dalgalar gibi bu etkileri üç farklı aşamada belirginleştirmek gerekiyor.
- Ölçek Etkileri: İlkin, yurtdışına yatırımın hiç kuşkusuz birinci faydası bu yatırımı deruhte eden şirketin ölçek, faaliyet ve performans açısından yurtiçi pazarın (satış) yahut tedarik zincirlerinin (maliyet, kalite) sağladığı kaynakların ötesinde büyüme imkânı bulabilmesi.
- Rekabet Etkileri: İkinci olarak yurtdışına yatırım yapan şirket şampiyonlar ligine adım atan bir futbol kulübüne benzer, görece düşük seviyeli rekabet ortamından belirgin derecede kızışmış bir mücadele sahasına intibak etmeye çalışır. Söz konusu dinamik, şirketin rekabetçilik yeteneklerinin gelişimi için zorunlu olan ortamı yaratmış olur.
- Bilgi Birikimine İlişkin Etkiler: Yatırımcı şirket satınalma, ortak girişim ve diğer sermaye ortaklık yöntemleriyle aksi halde ulaşamayacağı bir bilgi varlığına doğrudan erişim sağlayabilir. Bu bilgi teknoloji, üretim teknikleri yahut örgütsel ve yönetsel yetenekler gibi farklı muhtevalar taşıyabilir. Her hâlükârda bilgi çevre bağımlı ve organik nitelikler taşıyan bir varlık olduğu için, bilgiyi ana firmaya transfer etmek ayrı bir çaba ve strateji gerektirecektir[2].
Yurtdışına yatırım her derde deva bir ilaç değildir, iyi uygulanmadığı takdirde doz aşımına yol açarak ülke ekonomisinin sağlığını bozabilir. Zira herşeyden önce ille de en rekabetçi savaşçıların yurtdışına yatırım yapması söz konusu olmayabilir, bazen yurtiçi piyasa koşullarından dolayı boğulmuş ve sıkışmış güçsüz firmalar da, gemileri yakarak yurtdışında yeni bir fırsatlar cenneti arama hülyasına kapılabilirler. İlaveten bazı durumlarda, yurtdışına yatırım yapan firma veya holding, kendi bünyesinde bilgi çevrimini yeterince gerçekleştiremezse, entropi kaybı yaşayabilir; iç sisteminde bilgi, yetenek ve ücretler açısından korkunç bir uçurum yaratarak verimlilik, motivasyon ve etkinlik kaybına maruz kalabilir. Daha da önemlisi, düşük yetenekli işgücü havuzu veya etkin olmayan sermaye piyasaları gibi yerli faktör piyasalarının dikte ettiği koşullar, ana firmanın yurtdışı yatırımdan umduğu meyveleri toplamasını tamamıyla veya kısmen engelleyebilir, daha da kötüsü yurtiçi yatırımları caydırıp şirketin tamamıyla ülkeyi terk etmesine neden olabilir.
Yurtdışına Yatırım Mı, İhracat Mı?
Yurtdışına yatırımlar genellikle ölçek ve bilgi birikim etkileri yoluyla ihracatın büyümesine yol açabilir. Yatırım akınlarının düzenlendiği pazarın açılması, yalnızca yatırımcı firmanın değil, onunla aynı değer zincirinde bulunan komşu firmaların da mal ve hizmetlerine olan dış talebi artırabilir. Benzer şekilde anayurt endüstrilerinde ihracat odaklı bir yönelimin gelişmesini tetikleyebilir. İleri ve geri küresel değer zinciri bağlantılarına eklemlenme stratejileri, çoğunlukla yurtdışı sermaye yatırımı gerektirir.
Bununla birlikte yurtdışı yatırım ihracat performansı üzerinde bazen ters hatta negatif etkilere de yol açar. Sermaye yatırımı yoluyla üretimin ihracat pazarlarına yönelik olarak yurtdışına kaydırıldığı senaryoyu düşünelim. Bu durumda dış pazarın mal ve hizmet ihtiyacı doğrudan yerleşik hale gelen üretim organizasyonu tarafından üsteleneceği için şirketin ana ülkedeki ihracatı düşecektir. Bu sebeple net etkiyi tahmin edebilmek ve sağlıklı bir biçimde ortaya koyabilmek için vaziyetin dikkatlice incelenmesi gerekir[3].
Ayrıca yatırımın yurtdışına kaydırıldığı pek çok örnekte anayurdun ihracat potansiyeli üzerindeki etkilerin tam olarak devreye girmesi için daha uzun döngülere ihtiyacımız olacaktır. Kısa vadeli etkiler negatif olsa bile muhtelif vakalardan anlıyoruz ki yurtdışı yatırımın pozitif vektörleri ancak orta ve uzun vadede beklenen etkiyi gösterebiliyorlar, üretim ve satışların, teknolojik düzeyin ve işgücünün mevcut dış satım denklemlerine uyum sağlaması zaman alacaktır.
Yurtdışına Yatırımlar ve Yenilikçilik
Yurtdışına yatırımın ulusal yenilik ekosistemi üzerindeki etkileri genellikle iki kanalda oraya çıkar: Rekabet etkileri ve bilgi birikim etkileri. Şampiyonlar liginde oynamaya başlayan bir takımın yeni rekabet ortamında kendini yeni baştan keşfetmek ve düzenlemek zorunda kalması gibi, küresel değer zincirlerine eklemlenen firmalar da yoğun rekabet ortamında ayakta kalabilmek için başkalaşmak durumunda kalırlar. Bu koşullar yenilik kültürünün yeşerdiği bir çerçeve yaratmış olur. Bilgi birikim etkilerinin nasıl çalıştığını daha önce izah etmiştik. Bu etkilerin ortaya çıkabilmesi için genellikle firma, sektör ve ekonomik kapasite açısından belirli bir olgunluk ve yetkinlik düzeyine erişmek gerekir. İlaveten otomotiv, elektronik, ilaç ve kimya gibi bilgi yoğun endüstrilerde, yenilik kapasitesindeki artışlar kendiliğinden yayılma etkileri biçiminde de ortaya çıkabilir[4].
Gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarındaki yatırım ağlarının belirli bir avantaj sağladığını düşünmek mümkün. Hele hele yenilikçilik dinamiklerini harekete geçirmek bakımından, gelişmişlik seviyeleri birbirlerinden çok da uzak olmayan şirket-sektör-ülkeler arasındaki işbirliğinin daha sindirilebilir olduğunu düşünebiliriz. Bu bakımdan gitgide çok kutuplu hale gelen teknolojik ve bilimsel ağyapının dinamikleri, imkânları ve gelişimi çok iyi incelenmeli. Güney-Güney işbirliği bu açıdan sadece bir ihtimalden daha fazlasını ifade ediyor. Deneysel çalışmalar ve ülke incelemelerinde görülüyor ki birbirlerinden teknolojik olarak çok ayrık firmalar arasında öğrenme kanalı kurulamıyor, hâlbuki aralarındaki teknolojik boşluğu hızla katedilebilecek birbirlerine daha yakın seviyedeki firmalar çok daha etkin bir şekilde bilgi entegrasyonu sağlayabiliyor.
Bizde ana firmanın yenilikçilik kapasitesini geliştirmek için yurtdışına yatırımları bir stratejik yöntem olarak devreye koyan iki örnek Arçelik ve Vestel. Arçelik küresel olarak şimdiye kadar 7 farklı Ar-Ge merkezine yatırım yaptı. Firma, patent başvuru sayılarında en yakın Türk firmasına büyük fark atarak bugün dünyada ilk yüze giriyor. Bu başarıdan ilham alan Vestel, aynı şekilde teknolojik yeteneklerini ve yenilikçilik kapasitesini takviye etmek için yurtdışına yatırımı bilinçli bir şekilde kullanıyor. Cirosunun yüzde 2’sini düzenli olarak Ar-Ge harcamalarına seferber eden şirketin, Çin ve Amerika Birleşik Devletlerinde Ar-Ge merkezleri bulunuyor.
Sonuçta..
Yurtdışına yatırım konusunda dikkatli ve realist bir izleme, planlama, politika ve icra çerçevesi oluşturulması gerekiyor. Kamu idarelerinin her durumda karmaşık bir sınai ekosistemin haritasını çıkarmaları, yurtdışına yatırım yapan şirket verilerini zenginleştirmeleri, bu verilere dayalı bir politika seti geliştirmeleri önem kazanıyor[5]. Çünkü karmaşık sistemlerde iyi niyetlerle yaptığınız ancak tasarımı zayıf kamusal müdahaleler hedeflenenin tam aksi sonuçlara yol açar, sıklıkla toplam sistem verimliliğini de aşağıya çeker ve bir bumerang gibi geri gelip sizi vurur. Kısacası bu kapalı bir pazarın serbestleştirilmesi örneğinde olduğu gibi görece basit bir politika ameliyatı değil, karmaşık ve dikkatle icra edilmesi gereken, ince işçilik gerektiren ve hayati bir cerrahi müdahale.
[1] Çin, gelişmekte olan ülke dış yatırım toplamının yüzde 36’sını tek başına karşılıyor.
[2] Şirketin ileri uçları ile kökleri arasındaki bilgi transferinde, genellikle personel değişimi, yönetim rotasyonu ve faaliyet ve fonksiyon kaydırması gibi yöntemler kullanılmaktadır.
[3] Yine de vurgulamalıyız ki Asya ekonomileri için gerçekleştirilen pek çok deneysel araştırma göstermiştir ki ihracat ile üretimin yurtdışına kaydırılması birbirlerine rakip değil yekdiğerini tamamlayan vektörlerdir.
[4] Yayılma etkilerinde, yurtdışına yatırım yapmayan firmalar bile, yatırımı deruhte eden firmanın sağladığı faydalardan bazılarına kavuşmuş olurlar.
[5] Yurtdışına Doğrudan Yatırımlar hakkındaki veri setlerinde özellikle yatırımların amaç bağlamının belirlenmesi politika tasarımının kalitesi ve öngörü gücü açısından çok belirleyici bir faktör. Bu maksatla yatırımları amaç bağlamlarında ayrıştırmak için genellikle 4’lü tipoloji kullanılmaktadır: Doğal kaynak peşindeki yatırımlar, verimlilik peşindeki yatırımlar, pazar peşindeki yatırımlar ve stratejik varlık peşindeki yatırımlar..